Hoş geldin. Sentezler'in yeni halini beğendin mi? İstediğini kolayca bulabilmen için büyük bir düzenleme yaptık.

Pazartesi, Kasım 26, 2018

Yürümeye Mecali Kalmayan Beygirin Not Defterinden

Vefasız sanrıların sustuğu bir geceye
Denk geldi bir münakaşanın ortasında
Cephede yalnız bıraktığım yaralarım
Sesimde bir vedayla çığırtmak istedim
Hristiyan usulü kutsanmış bir sabiyi
Onun ıstavrozundan tutarak alnından
Huşu ile bıraktığım vazgeçiş busesi
Tanrı ile aramdaki kavgadan beterdi
Beterdi yaşlanmaktan, kaçış öyküleri.

Sesimde on sekizinde bir delikanlının
Yaradılış öyküsüne açtığı savaş varken
Ellerimde tevrattan kalma eski hikayeler
Yeryüzünde adım attığım her yerde ezan
Kızdırdığım her gözde bir nefret vardı
Belki Mecnun'a anlatsam çığlığımı duyardı
Leyla'ya kızdım, bir jilet damarıma dayandı
Şahdamardan almak vardı ya şu koskoca
Hazin yaradılış öyküsünün intikamını
Susuşlar canlandı sabinin gözlerinde
Masumiyete bıçak vurmak haddine mi celladın?
Leyla çığlığını duysa alırdı Mecnun'u çölden
Ama hangi fani kaçabilir ki cani ölümden

Ellerimde kaderin kalın ipleri dururken
Tanrıyla aramdaki bu kavgaya bir sabinin
Kapıyı çarparak kaçışı ve korkak adımları;
Leyla'nın ölümü değil, değil çaresizliği
Aklımın içindeki Sahra'da kaybolmuş Mecnun'un,
Bir sabinin kutsanmış gözyaşları girdi.
Ellerimden düştü mızraklar, kılıçlar, hançerler
Ben içlerinden birine saplandım, kimse yoktu
Yalnız vaftiz edilmiş bir çocuk vardı,
Belki Tanrı'ya yalvarsam o beni duyardı.


Cuma, Haziran 08, 2018

Geç Kalan Nisan Yağmuru

Elimde kuruyan çiçekler gibisin
Kelimeleri kifayetsiz dizelerimin
Kendimi susturuyorum
Menekşeler dizili dizlerinde
Suskun bakışlarında kaldım ben hayatın
Zinciriyle bağlıyım yalnızlığına

Kalleş dünyanın KÖR ebesi
Kovalıyorum yıldızları
Boşlukları yakalamaya çalışıyorum
Sancılarla büyüyorum düş kırıklıklarım kayıyor
Ezilen ruhuma

Durgun deniz
İçimde çok sesli bir aydınlanma
gökyüzünde de keza...
Gözlerin geçiyor gözlerimden
Ürperiyorum yokluk denen illet ilişince
bana
Kıyıya vuran balıklar belki
İntihar etmiş sefillerdir
Yorgunlar denizci dümeni gibi

Burukluk tortusu hatırlarımın
Acı çöle döndürüyor kalbimi
Bilinmezlik kuyusunda
biliyorum bedevi olamayacağım
Ne kuşu kafessiz tutabilirim
Ne yarınlarım maviye umutlu
Kuruntularla yetişiyor ham meyvalarım
Nasıl ormanlarda dolaşayım
Ben aslan kral mıyım
Meyvasız hangi ağacı taşlarım
Karşılıksız arayış benliğime işleyen bir hile

Unutmak ve gitmek
Sessiz harflerle doludur
Sessiz okunur sessizce gömülür
Sokak ortasında herkesin ezip geçtiği
Buruşturulmuş bir mendildir
unutmak.
İşler saatler.
Tik ve... tok
Karınları laflara
İşlerler
Gözyaşı dolu ve ezik mendile meyil verirler
Parça parça olmuş mendilim
sus sakın kötü bir şey söyleme,
Damla damla parçalar...
Bundan ötesi gitmektir.

Aklımla fikrim iç içe
Düşündükçe 'yok oluyorum'
Descartes bağışla
Kimliksiz ruhlar var ediyorum
Parçalarında bütünleşiyor eksiklerim
Her biri ukala her biri şeytani
İnsani bir varlık
Tüyleri yolunmuş bir kaz gibi bırakılmışlığım
Yalnızlığına sebep ise...
Yorgun bir spatula
Tanımım budur
Soğuk rüzgarların yürekte izi
Deli fişek zamanlar yırtar beyaz tablomu

Ortada bir yerde orta bir kahve,
Bir adet garsonla birlikte
Açılış yapıyorum
gönlümdeki hatırı sayılır kişilere
Affedilir miyim diye

Buharı üstünde sıcaklığı
Tenlerine yansır benim adamlarımın
Yollarına gül serper
Dikenli yollarda onlarla yürürüm
Çünkü böyledir sevmek
Gül rengini böyle alır
ve en önemlisi bahçelerin kokusu böyle anlamlanır
Notalara dönüşüyor her bir zerrem
Her bir sevgim
Notalara dönüşüyor
Bi r  b i r
k a d i f e    k   o k   u l u     li m on
k a b uğ u  m



Cuma, Mayıs 18, 2018

Tanrım, Cevizim

Tanrım, mutluluk ne kötü hastalık
Sanırım bu kederime ait kıskançlık
Ninem gibiyim "Ne hallere kaldık"

Tanrım, kutsalımı benden alma.
Sanırım arzum Pamuk'taki zehirli elma.
Masal değil ki bu, Ortaçağ'dan kalma.

Beni üzmeyin, cevizim
Zaten ağlamaya meyilliyim
Anlamıyorum, kendime mi nefretim

Biricik cevizim, mutluluğu kıskanan yarım,
Öyle bilirim ki sevgi tek kârım.
Bu sebeple gözyaşlarımı hâlâ içimde saklarım.

Tanrım, isyandan uzağım hâlâ
Sanırım yanımdasın, ne âlâ
Değer mi zaten, yarına kim öle kim kala

Tanrım, tek ihtiyacım yeni bir soluk
Sanırım sevgisizlik en büyük yokluk
Öyle ki sevgi var edene kadar hiçbirimiz yoktuk.



Salı, Mayıs 01, 2018

Sessizce soluklan, düşün!
 Yaşaman mümkün, biliyorsun ölmeyeceksin bugün. 
Yavaşla, dikkat et önünde saklı engelin!
 Kalk, yürü cadde başına.
Otur bir bankın kenarına.
 Bekleme birisini, boşluk geleceğine inandığın sülietlerle dolmayacak.
Odaklan seslere, renkli ceketiyle geçti oradan bir gencin yaşlanmış eylemleri. 
 Hisset !
Sonbahar yok yanı başında, mis gibi simit kokusu burnunda.
 Yalan söyleme kendine, içinde martılar uçuşuyor bugün. 
Yapamam sözleriyle kandırma kendini, sivrisinek cızırtısı mı elde ettiklerin?
 Uzaklaşmak değil mi niyetin monotonlaşmış yaşamından?
Kapkara duvarları boya artık!
 Gözlerin renk körü değil senin.
Her rengi hissetmeye meyilli zerrelerin olsaydı da kör gözlerin.
 İnan!
İnanç aksın görevini yerine getirmeye meyilli damarlardan.
 Nabzın şu an farklı atsın.
Bir elma al ağaçtan, büyük bir ısırıkla sulansın ağzın.
 Giy topukluları!
Seç kırmızı bir elbise!
 Koy çantana vicdanını, çıkma yolundan ne virajlar olursa olsun insanı kendinden dönmeye meyilli tutan.
Dudağına kocaman gülümseme, elinde bembeyaz papatyalar...
 Eski kapının cızırtısında durağan sıkıntı,
Ne olursa olsun toprak kokusu dibinde buram buram.
 Yazılarda dolu adlar, hepsine bir miktar çiçekler
İşte karşında büyük harflerle adın,
 Hareketsiz beden yatak olmuş üstündeki umuda açılan kapılara.
Sessizlik hakim geçen yıllardan.
 Ah toprak altı bedenin!
Yılların birikimi dinleniyor için için
 Papatyalar bükülmüş toprağa yakın,
Bırak can bulsun sevgililer.
 Mutlu olsun ebedi sonsuzlukta bedenin,
  Vazgeçme!
 Bir tabutta duruyor bez bebeklerin.


Pazartesi, Nisan 23, 2018

Dört Nota

Dört notayla ağlayabilirmiş insan.
Dört notayla gülüp dört notayla ölebilirmiş.
Özleyebilirmiş bazen.
Özlemek anlatıldığı gibi bir yangın olabilirmiş
Sadece yürekte hissedilebilen.
İnsan severken kimi zamanlarda
Nedenini bilmeden, sorgulamadan sevebilirmiş
İnsan kendini de sevebilirmiş,
Oldukça gerçek ve kibirden uzak.
Her şeyden öte insan bir şekilde sevebilirmiş.
Mamafih bir yolunu bulup sevilebilirmiş,
Ölmeden ve menfaatten yoksun bir şekilde.
Her şeyden bihaberken ben
Çok güzel şeyler olabilirmiş.
Bir gün güneşle birlikte dört nota doğarmış,
O dört nota perestiş olarak da batabilirmiş.

Pazartesi, Nisan 16, 2018

Nasihat

"Ve en çok gerçekle yüzleştiğinde içindeki boşluğu tadarsın. Aslında bu, hayatın sana uyguladığı en büyük eylem tarzıdır. Ruhunun mekanizmasına sokulan çomaklar, tenindeki küçük yaralardan ibaret gibi görünse de yarının diferansiyel denklemlerine bir bilinmeyen daha eklenmesi, seni en büyük çıkmazlarına sen henüz fark etmeden ulaştıracak kadar basit ama güçlü zaferlerdir. Seçimlerinin oluşturduğu paralel evrenler yüzünden içindeki suçluluk hissini atamıyor olman, bir psikiyatriste göre seni suçlu yapmaz. Fakat bu tüm yaralarından sorumlu tuttuğun dış etkenler aslında senin seçimlerindir. Bu seni hukukta suçsuz, hayatta suçlu yapar. Toplumun hümanist damarlarının uyuşturucu etkili, şefkatli kolları seni varlığının en büyük ızdırabıyla hayatının en sonunda başbaşa bıraktığında, seni saran o kolları suçlamak her ne kadar vicdanını rahatlatsa da, ömrün boyunca kızdığın o mahkeme duvarı suratlı adamların aslında hep haklı olduğunu anladığında suçluluk hissiyatın mahkeme duvarı suratıyla karşına çıkacak. Onca zaman sırf güler yüzlü mükemmeliyetine zarar gelmesin diye dışarı vura vura götürdüğün asılsız fikirlerinin karşında bir kar tanesi gibi eridiğini sadece sen değil, güler yüzünü aksettirdiklerin de gördüğünde, içinden tek bir cümle geçecek; "Tezekten terazinin, boktan olur dirhemi." .

Perşembe, Nisan 05, 2018

Gecenin Üçü


Saat tam gecenin üçü
Fikrimin ve benliğimin en büyük düşüşü
Kaldırım taşlarının arasında bir gencin düşü
Görülmedik şey               
Bu ateşin üşüyüşü
Saat tam gecenin üçü
Ve bu aklımın en çılgın yürüyüşü
Dumanın boğazımdan süzülüşü
Geçmişin ruhumdaki gömülüşü
Görülmedik şey
Bir gencin düşlerine küsüşü
Saat tam gecenin üçü
Evlerdeki ışıkların sönüşü
Gökte bulutların yüzüşü
Görülmedik şey
Ölümsüzün ölüşü

Pazar, Nisan 01, 2018

Saz Söz

Dipsiz bir yalnızlığa daldım
Dün gün doğumunda.
Gün batımına kadardı
Hiç ışıksız kaldım
Safran sarı görüyorum
Puslu küflü bir haliniz var
Net seçemiyorum

Bir senin ela gözlerini görüyorum
Bir de alabildiğine ay ışığını
Ayırt ediyorum

Korkusuz bir kadındım önceleri
Dallarım tomurcuklanır
Açmayan çiçeklerimde solarım
Bir titrek alev gibi sevda ateşim
Kimsesizlerin yüzüne cömertce vuran
Sarıp sarmalayan
Koskoca bir elma şekeri parlaklığında
Bazen de bulut arkasına gizlenen
  Bir hiçim.

Gurbette buldum izini
Kaybettiklerimin
İzleri takip edemeyecek kadar mecalsizim
Ucu ıslanmış terliklerim
Mavi bir balonum
Kırmızı rujla sinen sertliklerim
Hepsi benim
Hepsi benim eserim

Yalansız bir hikaye anlatır
Yalancı çoban
Kulağımdaki şairane ezgi
Deniz her zamankinden daha yeşil
İğreti suratla göz atıyor
Size, bize, onlara...
Yakamoz rengi düzlüklerim
Elinde bir koca terlik
Yapmadıklarımın peşinde
Kovalıyor ucuzluklarımı

Güleç bir insan yüzü
Karşılar beni kitap aralarında
Şiir dizelerinde hayretlerim
Uyanır
  Doğrulur
     Mırıldanır
        Söylenir
Beş dakika yeter mi
Rüyalarıma kardeş olmana
Dizelerim siner
  Ter damlalarına
    Bir işçi emeğindeki
       Karşılıksız kalışlara.

Dizeler ağlar
Necip , Ece , Tomris...
Nicesi dokunur serzenişlere
İnsanoğluna.

Dizelerim ağlar
O eşsiz saz eşliğinde
Aşıklara nam katan,
Dillerinde ağlar
Zamanın peşi sıra.

Kestane Renkli Ağaç

Fikrimin dallarına salıncaklar kurdum
İncirlerimin arasından hayatı gözlüyorlar
Uğur böceklerini kolluyorlar
Ateş böcekleriyle dans edeceğiz

Işık hüzmeleriyle dolu bir oda
Penceresiz
Zıtlıklarla bürülü aydınlık boyar duvarları
Upuzun koyuluklarda
Sayfa sayfa ışıyorum

Gitmek, en uzun yollara
En uzun gecelerle birlikte
Saçlarında sarı bir kurdele
Trenime el sallayacak dostlar
Nerededir şimdi
Kime ağlarlar yalanlar içinde

Kesik kesik gülen adam
Üç ayaklı sandalyede oturuyor
Ayakları yerden yüksek
Ne bilsin benim ayağımdaki kunduralı

Kıvrılan dağlar arasındayım
Küskün gülüşler bıraktım arkamda
Önümde çukurlar yuvarlanır
Balonlarıma tutunup karşıya geçiyorum
Uçan balonlar
iyi ki varlar

Karanfil ve yasemin
Ah şehrimin vakur kıyıları
Gidiyorum
bir çoğuna
Sıcak bir gülüş bırakamadan
Kristal bardaklarda sunulan şarap
İçine tuz konulan damat kahvesi şimdi
İçmeye
Gerekirse ölmeye razıyım yolunda
Silemezsin dudaklarımın izini
    Mektuplarından

Sert poyrazlar karşılar beni
Yadırgamıyorum
   Kurşuni insan yüzleri
Balık kokmayan bir şehir
Kimsesiz bir ben
Kimsesiz bir gökyüzü
Misafirler göğü izlemeyi bilmez

Kusurlar gülüşlerde
Saklanmaz gerçek
Üzerimde gözyaşı var
    Sırılsıklamım


Cumartesi, Mart 31, 2018

Sen Yok Musun?


Hazin sonlara uykusuz ilerlerdi
Bir delinin tuttuğu günlüktü
Dudaklarından
Bir yaş
    zü
        lü
            ver
                  di. 

Sancılı bir günün akşamı
Uykunun kollarına yapayalnız uzanış'tı.
Aklıselim rüyalardı aslında
Atılmamış bumerangtı.

Hayret edildi sokaklarında bir gün ıssızlığa
Salınmış eteklerine tutulmuş yağmurlardı.
Ve anlasan da haindi işte bakışlarında milyonlar vurulmuştu.

Gönlünün kırıklarını
göğsünden toplamak isterlerdi.
Dokundurmazdı.

Kulakları uğuldardı
Biliyorum.
Her gece en kimsesiz vakitlerde yanardı lambası
Bağırmazdı.

Hayret ederdim aslında
Söylemezdim bunca harfi kendi sözlüğümden.

Ağrılar, sanrılar getirdim sana
Dövülmüş öksüzlüğümden.


Bu

Bu yağmurlar kurşun
Görmüyorsunuz.
Damlalarla kalkacak naaşımız
Öldüm, öldük, öleceğiz
Ölüyorsunuz.

Sokaklarda tekmelenecek umutlarınız
Gözünüzü yaşanmayan yarınlara açacaksınız.
Uyanın,
Uyanmazsanız
Ölüyorsunuz.

Denizler zift kokar umutlarınızda
Kalbiniz, dökülmüş asfalt gibi
Bayağı.
Eksik edilmemiş sırtınızdan odun
Ki bağırsam duyulmaz koskoca karanlıklara.

Alın gidin neyiniz varsa dünyamdan
Alın gidin neyim varsa
Duracaksanız.

Ölün,
Ölünce
Belki ölürken
Ölümü duyacaksınız.

İnaf

Baştan başa bir hayale tutulmuş,
Belki siyah, belki yeşil
Belki gri ve hatta
Görülmemiş

Dünya üzerinde.
Sanrıların götürdüğü
Sanmaların getirdiği
Ağlamaların susturduğu çocukluğunda boğulmuş.

Oysa incecik bir tülmüş sevmek
O'ysa kalın duvarlarını aşamamış ruhunun.

Öyle basit,
Öyle sakin,
Öylesine.

Varsa bir acı dünya üzerinde
Bilmektir.

Varsa bir acı dünya üzerinde
Cellada gülümsemektir.

Nasıl ki beşer şaşarmış önceden
ve şimdi
Tarihlerden ibaretmiş tüm savaşlar
Ki basit sancılarmış bizimkisi

Sevilmekmiş
En büyük acımız.

Demek ki susmak gerekiyormuş
Çığlıklar işe yaramaz boşluklarmış.


Susmuş... 

Cuma, Mart 30, 2018

Kolay Gelsin

Kaçacak delik arıyorum, kafam karışık.
Dört bir yanım senin kokunla sarmaşık.
Sıkıştım az evvel çalan bir şarkıya.
Hareket edemiyorum, kalakaldım.
Yorgunluk çöktü kahkahalarımın arasına.
Gülüyordum, çalmasaydı şu şarkı.
Düşmeseydi, zihnimin karanlık odalarına keder.
Yasaksın, ruhuma yüksün, beynime hakaretsin,
Saçmalığın daniskası, hayatımın en büyük hatası,
Sigaradan daha zararlısın.
Dilimde iki hece ardında sövgüler,
Önce bir tebessüm sonrasında kanlı güller…

Tutuklandım, işkence gördüm şimdi
Azâdım.
Tüm kederin ait oldu birkaç şarkıya
Ömrüm boyunca duyduğumda duraksarım.
Bil ki, geriye kalan anlarda durmadan koşarım.
Hayatta tebessüm etmek en hakiki elzemdir.
Bundan kelli en büyük hediye bana gelmemendir.
Başka şarkılarda yaşarım başka yazarım.
Tanrı bu oyunu oynamasaydı ben nah yazardım.
Attığın çamurun izi su buluncaya kadar,
Aklında kalacak izlenimimse sen ölene kadar.
Devam et beni başkalarında aramaya.
Kolay gelsin.

Pazartesi, Mart 19, 2018

Bak

Karanlık işgali altında bir nefersin
Kasvet ve duman altında ezilmektesin
Umutların ve duaların yardım çağırıyor
Kimse seni tutmayacak, kalk 
Kalk ve pencerenden gökyüzüne bak
Sonsuzluk seni ele geçirecek
Ve sen geride bıraktığın 
Yıkılmış duvarların ve pişmanlıklarından
Sözüm ona her şeyin sandığından
Sonsuzluğun mahkumiyetinde 
Vazgeçeceksin…
Sıyrılıp kurtulduğun dertlerin
Karaladığın acı kusan defterlerin
Yok olacak
Hepsinden önemlisi ruhun
Özgür olacak
Özgürlük bir başkasının kollarında değil
Senin zihninde vücut bulacak
Hadi şimdi kalk ve pencereden gökyüzünü seyret
Ha gündüz ha gece 
Haydi pencereye çık da geleceğini resmet
Tüm arzularını o sonsuz tuvale armağan et
Sonra aç kalbini dinle
Olmaması için hiçbir sebep yok
Harekete geçmediysen başka
Hadi, zaman daralıyor 
Ve senin için bir güneş daha doğuyor
Daha uzağa
Biraz daha uzağa bak
Biraz daha tatmin olana dek daha uzağa
Hiçbir şey imkansız değil
Sen inandıktan sonra

Pazar, Mart 18, 2018

Bir İnsanı Sevmekle Başlar Her Şey

(Nasıl bir ortaöğretim, nasıl bir okul?" sorusuna elcevap)
Bundan yıllar önce onuncu sınıf öğrencilerime büyük bir aşk ve şevkle destanlarımızdan bahis açıp ayrıca dünya destanlarından da bahsetmiş, bu destanların önemine vurgu yapıp öğrencilerimin bu destanları ismen muhakkak ezberlemeleri gerektiğini üstelik bunları sınavda da soracağımın(!) vurgusunu yapmıştım. Şu an düşünüyorum da ne akla ziyan bir anlayışla hareket etmişim! Kaldı ki almam gereken dersin ilkini hemen o gün almıştım. Zira o dönem itibariyle her yıl mutad olarak gidiş ve gelişlerin olduğu kardeş okul projesi vesilesiyle Almanya’dan bir haftalığına öğrenciler öğretmenleriyle birlikte okulumuza gelmişler, öğrencilerimizle sosyal-kültürel etkileşim içinde olmuşlardı. Destanlardan bahis açınca öğrencilerimden biri: “Hocam, acaba bu Alman arkadaşlarımız kendilerine ait olan Nibelungen destanını biliyorlar mıdır?” diye sormuştu. Ben de “O halde gidip bir sorun bakalım.” demiş ve öğrencimin bu soruyu hangi maksatla sorduğunu henüz anlamamıştım. Ertesi ders öğrencimin Alman arkadaşlarının bu soruya cevap veremediklerini söylemişti. Bu çocuklar destanları ezbere söyle(ye)miyorlardı fakat sınıfları dolaşarak yabancı bir ülkede  öğrenci arkadaşlarına kesintisiz en az beş dakika İngilizce kendilerini çok rahat bir şekilde ifade ediyorlardı. Hemen hemen her yıl düzenlenen ve İngilizce, Almanca öğretmenlerimizin eşliğinde özellikle yabancı dil alanında yetenekli ve donanımlı öğrencilerimiz, yurt dışında Avrupa Birliği kapsamında gerçekleştirilen gençlik konferanslarına katılıyor fakat diğer ülke öğrencilerine göre kendilerini ifade etmede daha çekingen ve tutuk kalıyorlardı! Öğreneceklerini ezber edilecek bir bilgi olarak görmeleri ve dahi bizim de dayatmalarımız öğrencilerilerimizi düşünme ve davranış belirlemenin fersah fersah ötesine atıyor. Şöyle bir soru akla gelebilir: “Öğrenciler geçmişlerine ait eserlerini bilmesinler mi?” Bilsinler tabii fakat bu bilgi ezber düzeyinde kalmasın.  Aradan yıllar geçtikten sonra “Hey gidi lise yılları ne çok gereksiz bilginin sorgusuz sualsiz hamallığını yapmışız canım ama olsun yahu, bulmacalarda arada çıkıyor karşımıza, işimize de yaramıyor değil hani!” demesin. Mehmet Âkif bir dörtlüğünde: “Geçmişten insan hisse kaparmış...Ne masal şey!/Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?/“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;/Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi? diyor. Meselemiz üstâdın işaret ettiği gibi geçmişi, doğum ve   ölüm tarihlerinden yahut savaş meydanlarında kaç kişinin öldüğü envanterini akılda tutmaktan ibaret saymamak; tarihin satır aralarını basiretle okuyup gelecek için isabetli adımlar atmak olmalıdır.
     “Düşünmeyi Öğretmek” başlıklı bir köşe yazısında bir yazar, yıllar önce şöyle bir örnek vermişti: “Fizikte Newton’un yerçekimi kanununu öğrenciye aktarmak, bir öğretim yöntemi olabilir fakat bu bilgiyi edinmiş olan öğrencinin bundan yararlanarak merdivenleri çıkarken neden öne doğru eğildiğimizi, inerken de neden tersine kendimizi geriye doğru verdiğimizi düşünmemesi/düşünememesi, bu bilginin ezberde kaldığının ve bir davranışa temel olacak işleme dönüşmediğinin işaretidir.” Öyle ki artık bilgiye tek tık’la ulaşabileceğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz. Anlattıklarımız, biz bunları ifade ederken hâli hazırda yerini yeni bilgilere bırakıyor olabilir. Değişim öyle hızlı ki bu değişime ayak uydurabildiğimiz çerçevede birey olarak, toplum olarak ayakta kalabileceğiz. Ayrıca yalnızca ayakta kalmaya değil hızla ileri atılmaya, daima ileriye atılmaya ihtiyacımız her geçen günden çok daha fazla. Günümüz teknolojisi hızla ilerlerken hâlâ eskimiş eğitim anlayışları ile sahip olduğumuz değerleri de kıymetsiz kılıyoruz ki en büyük değerimiz, genç nüfusumuz.
Dünyanın hemen her yerine hizmet veren, milyar dolarlık servetiyle ülkesi Çin’in ve dünyanın en zenginlerinden olan e-ticaret devi Alibaba’nın kurucusu ve yöneticisi girişimci Jack Ma’nın geçtiğimiz ocak ayında Davos’ta katıldığı Dünya Ekonomik Forumu’nda dile getirdiği sözler oldukça dikkat çekiciydi. “Öğretmen her zaman öğrenmeli, bir öğretmenin her zaman paylaşması gerekir. Eğitim şimdi büyük bir sorun çünkü otuz yıl sonra öğretme ve öğrenme şeklimizi değiştirmezsek başımız dertte olacak. “Çocuklarımıza daha akıllı makinelerle yarışmalarını öğretemiyoruz, çocuklarımıza benzersiz bir şey öğretmek zorundayız, böylece 30 yıl sonra çocuklar bir şans yakalayacak.” Nasıl bir okul, nasıl bir ortaöğretim sorusuna cevap bulmak istiyorsak öncelikle eğitimin mimarlarının nasıl olması gerektiği üzerine kafa yormamız gerekiyor. Zira müfredat programları ne kadar iyi hazırlanırsa hazırlansın o müfredat programlarını uygulayacak kişiler yani öğretmenlerin çağın şartlarına uygun donanımda yetiştirilmesi gerekiyor. Ezberci, notu bir silah olarak kullanan dayatmacı öğretmenler değil; öğrencilerine hata yapmaktan korkmamaları gerektiğini anlatacak, EQ’nun yani duygusal zekânın da en az IQ yani bilişsel zeka kadar önemli olduğunu tam anlamıyla idrak ettirecek, eskilerin tabiriyle ilim ve irfan sahibi yetiştirecek öğretmenlere ihtiyacımız var. Bilgisayarlar, akıllı aygıtlar bizden daha akıllı olabilir: unutmazlar, gecikmezler, sinirlenmezler...Ancak bilgisayarlar, akıllı aygıtlar  asla bilge bir insan olamaz!
        Öğretmenin önemli özelliklerinden biri de öğretirken öğrenmektir. Değişime ve gelişime açık bir öğretmen, hiçbir zaman öğrenmekten geri durmamalıdır. Geçen yıllar içinde çok kez üzülerek şahit oldum ki pek çok öğretmenimiz yıllardır kurulu düzenini bozmadan bildiği eğitim yöntemleriyle öğretmenliklerini sürdürüyor, yeniliğe direnç gösteriyor ve şu beylik ifadeyi kullanmaktan çekinmiyor: “Ben bildiğim yoldan geri dönmem, benim yoğurt yeme tarzım budur; vaktinde çok çalıştık bu da bize yeter biraz da gençler çalışsın!” Yapılan araştırmalar öğretmenlerin %70’inin okumadığını ortaya koyuyor.  Öğretmenlerin %70’i okumuyorsa 2023’ü, 2123’ü konuşmak havanda su dövmekten ileri götürmez bizi. Öğretmenliğimin on yedinci yılındayım ve her yeni yıl başında içimi heyecanla karışık bir korku kaplıyor; sanki hafızamın sıfırlandığını hissediyorum. Ama biliyorum ki bu korku ve heyecan bizleri yarınlara taşıyacak yüzlerce, binlerce berrak dimağa olan sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Öğretme ve öğrenme sürecinde kendimi bir bayrak yarışındaki koşucuya benzetiyorum. Ben bayrağı, sorumluluğunu taşıdığım öğrencilerime teslim edeceğim ki onlar da bu silsileyi devam ettirsin ve medeniyetler yarışında bizi muzafferiyete ulaştırsın.
        Okulu, içinde kendimi de rehabilite ettiğim ve varlığıma değer kattığım bir büyük rehabilitasyon merkezi gibi görüyorum. Gün içinde teneffüsler ve dersler süresince öğrencilerimle selamlaşıyor, şakalaşıyor, birbirimize en azından tebessüm ediyoruz; bilgi, duygu paylaşımında bulunuyoruz. Karşımdaki muhataplarımın sahip olduğu pozitif enerji, insanı kendisine hayran bırakacak merak duygusu beni “Acaba bir öğretmen olarak yaptığım işin daha iyisini nasıl yapabilirim?” sorusuna yönlendiriyor ve benim için büyük bir itici güç oluyor.
        Yazımın başında bahsettiğim dünya destanlarını dikte ettiğim(!) öğrencilerim hiç unutamadıklarım arasındadır zira bu öğrencilerim vesilesiyle adını bildiğim ama bir kez olsun elime alıp okumadığım yazarlarla tanışma şansı yakaladım. Yılda en az otuz  kitap okuyan entelektüel öğrencilerim benim hayatta yakaladığım en büyük fırsatlardandır. Hatta içlerinden biri üniversite eğitimi için yurt dışına çıkarken çok sevdiği Oscar Wilde’in Dorian Gray’in Portresi’ni bana hediye etmiş ve iç kapağına şu notu bırakmıştı: “Ve ben uzaklarda olsam da burada ait olduğum yerde, evimde, Türkiye’de birkaç parçam da sizde artık, onlara iyi bakarsınız.” Ben bu anlamlı cümlelere hep bakıyor ve ne yapmam gerektiğini kendime hatırlatıyorum.
        Öğrencilerim vesilesiyle kitaplarını okumaya başladığım çok kıymetli bir yazar olan Sunay Akın, “Bir milletin gerçek zenginliği hisse senetleri değil, hissî senetleridir.” diyor. Moğolların Uzak Asya’dan tozu dumana katarak önüne geleni silip süpürdüğü bir atmosferde dahi ilmi tuğla tuğla ören, Ahmet Yesevi nefesini, Dede Korkut yüreğini Anadolu coğrafyasına taşıyan Ahi Evran, Letaif-i Hikmet adlı eserinde şöyle demektedir: “Allah insanı medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun manası şudur; Allah insanları yemek, içmek, giymek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse tek başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk da birtakım âlet ve edevatla yapılabileceği için bu âlet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Böylece insanın ihtiyaç duyacağı bütün zanaat kollarının yaşatılması gerekir. O halde toplumun bir kesiminin zanaatlara yönlendirilmesi ve her birinin belli bir zanaatla meşgul olması gerekir ki, toplumun ihtiyaçları görülebilsin.” Büyük Selçuklu Devleti’nden bize kalan en büyük miraslardan biri olan Konya’daki Karatay Medresesi’nde işte Ahi Evran, Emir Celalettin Karatay, Bacıyan-ı Rûm’un o kaos ortamında dahi ilmek ilmek ördükleri ilim,irfan, sanat ve zanaat çerçevesindeki hayatla iç içe eğitim ve öğretim ortamını bugün okuyabildiğimiz ölçüde geleceğe koşar adımlarla ilerleyeceğiz. Artık sahip olduğumuz değerlerle barışma vakti. Çok yönlü bir nesil yetiştirmek için bu olmazsa olmazımız. Gurur duyacağımız; dünyaya adaletiyle, hoşgörüsüyle damgasını vurmuş bir geçmişin bilincine sahip, bir yığın olmaktan kurtulup millet olma bilinciyle medeniyetler kurmuş bir tarihin koridorlarında çok dolaşmamız gerekiyor kanaatimce. Tabii bu koridorun herhangi bir yerinde donup kalmadan, takılmadan, millî olanla evrensel kültür değerlerini harmanlayarak. “Nedendir susuzluğumuz ya Râb/Suyu gürül gürül akan çeşme başında?” diyor Cahit Sıtkı Tarancı. Artık bu gürül gürül akan çeşmenin ağzına testimizi dayamanın zamanı gelmedi mi hatta geçmiyor mu? Peki bu hissî senetlerimizi geleceğe nasıl taşıyacak ve nasıl kendimize yol haritası yapacağız? Ulusal kimliğimizin kodlarını nasıl çözeceğiz? Öncelikle tarihimize şaşı bakmadan, tarihî gerçeklerimizi halıların altına süpürmeden. Cumhuriyet’imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” demiş ve Cumhuriyet’in genel amacını çağdaşlaşmak, millî kültürü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak olarak belirlemiş; bunu hayata geçirme adına hemen her alanda büyük atılımlara imza atmıştı. Oryantalistler, Türkleri yalnızca savaşan, medeniyete, gelişmeye karşı direnç gösteren bir toplum olarak gösterdiler. Üstelik bu durum Osmanlı’nın son dönemlerinde daha da artmıştır. Evet Türkler, tarih yapan bir toplum olmuştur fakat unutulmamalıdır ki tarihi yazmak tarihi yapmak kadar önemlidir. İşte bu noktada Türk Tarih Kurumunun akabinde Türk Dil Kurumunun bizzat Atatürk tarafından kurulması ulusal kimliğimizin kodlarının çözülmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Tarih yapıldı, yazıldı peki okundu mu? Tabii yalnızca tarih değil dil ve kültür mirasımız her biri bir yıldız mesabesinde parlayan edebî eserlerimiz okundu mu? Okunanlar anlaşıldı mı? Âdeti vechile her yıl ekseriyetle öğrencilerimin şu sorusuna mâruz(!) kalırım: “Hocam, imla kılavuzunda şapka kalktı mı?” Sabırla kalkmadığını söyler imla kılavuzunu dikkatle incelemelerini salık verir, birkaç da nükteyle meselenin altını çizerim. Bazıları diretir farklı öğretmenlerinin görüşlerini isnat ederek. Biz bu şapka meselesinde kendi aramızda dahi mutabık olamamışken, değil kadim kaynaklarımızı okumak sözlük ve imla kılavuzu bile karıştırmazken ulusal kimliğimizin kodlarını nasıl çözeceğiz? Medeniyet hazinemizin kıymetlileri olan edebî eserlerimizi nasıl okuyup anlayacağız? Popüler kültür istilasına uğramış kitap raflarında “bestseller” olarak yerini almış, Anglosakson kültür sosu boca edilmiş kitapları deniz suyu içer gibi okumaları gençlerimizin suçu günahı mıdır? Yoksa bizlerin vebali midir? Sorunun bir parçası olmak işin kolayına kaçmak. Çözüm yollarının başında okul kütüphanelerimizi tekrar elden geçirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Sait Faik Abasıyanık’ın Mark Twain Derneği’nin Atatürk’ten sonra ikinci ve son Türk onur üyesi olduğunu çoğumuz duymuşuzdur. "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada 'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım!" diyen bir öykü üstadının “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”, “İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun; sonra avuç açıldı mı insanın elinden su gibi fışkırır.”, “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” ifadelerini “Okumasaydım deli olacaktım!” demeye vesile olduğumuz gün  üzerimizden vebali kaldırdığımız günler başlamış olacak. Sait Faik, edebiyat denizimizde naif bir kum tanesi. Ya masallarımız, türkülerimiz, ninnilerimiz, efsanelerimiz, tiyatromuz, atasözlerimiz, deyimlerimiz... “Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler/Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” diyen Hayalî,  hayal olmasın, Bakî kalan bu gökkubbede bir hoş sâda olarak yankılansın, yüzyıllar da geçse yankılansın! Melâli anlayan, Ahmet Haşim’e âşina bir nesil olsun, kökü mâziden âtiye; Yahya Kemal’den Tanpınar’a uzanan yekpare bir an olsun, Cemil Meriç’ten Umran’dan Uygarlığa bir fer olsun, Âşık Veysel’in kalp gözüyle görülen toprakla yâren bir dünya olsun. Hastadan, mezardan, şeytandan daha çok bekleyen, mevsimlerce bekleyen Necip Fazıl’a Yunus Emre’den medet olsun!
Sevmek, ümidi yeşertecek; ümit, inancı perçinleyecek, inanç, idealleri taçlandıracak. Gençlerimize idealler çizdiğimizde, hedefler belirlediğimizde; örnek şahsiyetleri tanıttığımızda, bu şahsiyetleri kendilerine rol model olarak gösterdiğimiz vakit nasıl bir ortaöğretim nasıl bir okul sorusunu cevaplamada önemli bir yol kat etmiş olacağız. Bu söylediklerimiz karşılığını nasıl bulur? Nasıl ete kemiğe bürünür? Öğrencilerimizin öncelikle bir birey olduğunu ve birbirine benzedikleri kadar farklı olduklarını da kabul ederek. Farklı öğrenme eğilimleri olduğu gerçeğini atlamadan. Yeteneklerine uygun gelişimlerini destekleyerek. Hata yapmaktan korkmamalarını her zaman onlara hatırlatarak. Öğrendiklerini hayat içinde tecrübe etmelerini sağlayarak. Analitik düşünme imkanlarını onlara sunarak. Sosyal bir varlık olduklarını kendilerine, çevrelerine, topluma karşı sorumlu olduklarını yaşatarak; vermenin almaktan daha değerli olduğu hissini perçinleyerek. Yaradan'dan ötürü yaradılan her canlıya birlikte değer vererek vesselam severek severek severek...
Nagehan Toprak

Perşembe, Mart 08, 2018

8 Mart Hissiyatı

Korunaklı eviniz bize fazlaydı
Mor halkaları annemin
Hiç dinmeyen hıçkırıkları
Dökülen saçları ve sicim gibi gözyaşı
Çok sonraları bildim
Kadını dövmek günahmış

Sokaklarda titrek bacaklarla kadın
Dil konuşamaz olmuş
İş çıkışı bir tenhada sıkıştırılmış
Kalp ha atar ha atmaz
Kirletilmiş eteği kadının
Çok sonraları duydum
Kadını korumamak kalleşlikmiş

İnce bir dal gibi zayıftı annem
Beni okşar
onun hep kızgın olan yüzüne bakmaz
Köşeye siner ve saçlarımı tarardı
Gözleri neden hep kırmızı?
Çok sonraları gördüm
Yuvayı dişi kuş yapar da yıkmazmış

Kursakta lokmalar kaldı
Kırılan eller
Dinmeyen baş ağrıları
Çocuk gelinler çabası
Çok sonraları dinledim de
Çığlıklar bastırılır diz kırılırmış

İğreti suratlar ve salyaları
Ürkütücü zevkler ve kurbanları
İpler ve boyunlar
Çok sonraları öğrendim
Töreye uymak şartmış!

Kan davası konuşan kansızlar
Hafifletici sebep arayan pezevenkler
İyi hâl indirimleri
Çok sonraları payımı aldım ki
Kadın bu, susup oturmalı
Kahkaha atmamalıymış

Anneciğim kanatsız melek gibiydi
İtile kakıla kapı dışarı edilirdi hep
Anlamazdım da...
Çok sonraları anladım ki
Doğruyu her zaman söylememek lazımmış

Çok sonra anladım
Yalanların gönül rahatlatmak için kullanıldığını
Çok sonraları anladım
Bir ananın yavrusu için ölebileceğini
Çok sonraları anladım
Mış miş muş müş' ün dönekliğini
Sinmemek susmamak bağırmak
kahkaha atmak gerektiğini
En çok da
insan olarak bir kadının çaresizliğine ağlayabilmenin erdem oluşunu,
İnsanlık oluşunu...
İnsanlığı bu kadar kirletmeyin 

Cumartesi, Mart 03, 2018

Diğer

sanma ki aynadaki bunları hak etti
tanrı, hakkınızı vermeyi tercih etmedi
sadece sözde varlığını göstermeyi sevdi
kendine bir köy kurdu
ve senin gibilerini almadı

dışlanışınızı görmedi kimse
üstelik inanan da olmadı söyleyenlere
köyden vazgeçip de gitmek isteyenlere
-isimsiz izbe köşeler bile-
layık görülmedi

kaçmayı bilmeyenlere diz çöküşler öğretildi
zamanla sessiz itirazlar da kesildi
çünkü tüm çabaları
değersiz köyleri içindi

vazgeçmeyi, bırakmayı bildiğini sananlar
ilk dönemeçte durakladıklarında
arkalarında kalan siluete bakakaldı
yapamam diyenler usulca adımladı o yokuşu gerisin geri

sense;
yavaşlasan da durmadın
yanından eksilenlere aldırmadın
eline koparılıp tutuşturulan 'o' kitabın ilk sayfasıyla
üzerine yapıştırılan mıhla
söken şafağa doğru yürüdün

Cuma, Mart 02, 2018

Eskiden

" Acını hissettiğim yerde tutmuştum ellerini,
siyah pelerinini kaldırmış gürültülü sabahlara hep gözü kara uyanmış o vahşet benimdi.
bir seni duyuyor bir seni söylüyordu oysa tüm insanlık dinlemişti,
ateş basan yanaklarından tut, sırtından süzülen bir damla ecel terini"
" Göğsünde her gece uyuyan, bazen yumruk gibi oturan o karanlık silüetin sahibi benim
ve aslında gözlerinle görsen masum bir çocuktum, söylememiştim,
seni seviyordum, seni istiyordum, seni sevişiyordum,
ne bileyim
gözlerinden akan bir damla yaştı silen alnımın kirini"

Pazartesi, Şubat 26, 2018

Kara

Kemal beni dizinde yatır.
Boynum sana uzanır da
Kesemezsen
Kurdu çakala bırakırsan

Kemal beni dizinde yatır.
Yüzüme bakmazsan
Adımı anmazsan
Yarına bağırmazsan

Kemal beni dizinde yatır.

Beni dizinde yatırmazsan
İzini bırakmazsan
Ne yarına güneş doğar
Geceye ay.


Ne adımı bilsinler Kemal ne sanımı
Eğer susarsam.

Kemal aç kollarını canım yanmasın.

Pazar, Şubat 25, 2018

Terk

Bir terk kalkıyor istasyonun göbeğinden
Keskin bir virajla sürükleniyor toprağa
Umudun ve aşkın sesiyle bir çığlık
İncelen bileklerinden kopuyor karanlığa
Kararlı damarlarla ağlıyor insan, kanıyla
Keskin öpüşler canlanıyor bir florasanda
Kesiliyor elektrikler bir sükunete düşülüyor

"Mumlar ki yanacaklar bir üflesem
Mumlar ki yoklar bulmak istersem"

Yol gibi geliyor duyulabilecek tüm sesler
Rüzgar gibi esiyor şehvetli bir ateş
Bu dünyanın yolunu yürüdükçe sen
Ateş edecekler sana, ateş!

Yalaz bir öfkeye kalkılıyor silahlar var
Taranıyor kulaklar taş taş, duvar duvar
Düşülüyor bir sofraya çilingir az kalır
Öyle sofrada günahlarla rulet oynanır
Bir altıpatlar dayanıyor şakaklara tek tek
Altı kişiden biri yolu terk edecek
Allah iki göz vermiş alnımızın altına
İnan biriyle bile bakılmıyor kara namluya
Vazgeçişle susuyor aramızdan bir ceset
Ellerinde umuttan zerre yok belli ki gidecek

Kesiliyor elektrikler bir sükunete düşülüyor
Kesin bir kararla kalkılıyor masadan
Düşen yoldaş da içkisi gibi ne has adam!
Ne has adamlar eksiliyor yağmurlarla
Asitli taşlar aşınıyor kara gövdelerinden
Camlar patlıyor düşlerine, canlar yanıyor
Ayak tabanlarında kurtçuklar uyanıyor

Çökülüyor bir vahaya öylesine ıssız
"Öyle kayıp tepelere ulaşıyor çığlıklarımız"
Evriliyor yaradan kangrene sustuklarımız
Kustuklarımızla boğuşurken boğuluyoruz
Nefreti buldukça kendimiz oluyoruz

Bir terk kalkıyor sükunun çöplüğünden
Susulan ne varsa susatıyor öfkeye
Zararla oturuluyor numaralı koltuğa
Bir terk kalkıyor
Umut da kalıyor
Umut da kalıyor

Pazartesi, Şubat 19, 2018

Fail-i Katre

İbrahim'i ateşe attılar yanmadı.
Ben ben değildim ki içim kandı.
Rüyalarım gerçek miydi, bilmem.
Gülüşün hayatımdaki en güzel andı.

Ateş birdenbire gül oldu.
Sen, sen değildin ki yazık oldu.
Gerçekten sevdin mi, bilmem.
Bu hicran zihnime ziyafet oldu.

Karıncanın taşıdığı bir damla suydu.
O, o değildi ki fazla kurguydu.
Güneş bu diyara hiç doğdu mu, bilmem.
Hissettiğim en anlamsız duyguydu.

Az da olsa söndürmeye bir faydası oldu.
Biz, biz değildik ki düşlerimiz yalan oldu.
Gözlerindeki ışık söndü mü, bilmem.
Varlığın suçlu, gündüzüme gece oldu.

Yani yaptığı şey çorbanın yalnızca tuzuydu.
Siz, siz değildiniz ki bu en saçma sorguydu.
Aklınızdakine cevap buldunuz mu, bilmem.
Kafamın içinde dönen yalnızca bir soruydu.

Ateşi söndüren karıncaydı belki de bilinmez.
Onlar, onlar değildi ki susuz bitki filizlenmez.
Bekleyince sana mutluluk gelir mi, bilmem.
Kış ile başa çıkmadan bahara erişilmez.

Cuma, Şubat 16, 2018

Ulu Bir Şey

Sevgi elbette ki yücedir
Dokunulmayan,
Saklı yaralarımız
Çam ağaçları kadar dik gövdemiz
Ve sevgimiz insanoğlu eder hepimizi

İç çekişlerim kadar derin bir soluk almaya çalışsam son nefesim olabilir bu
Çamura iz bırakırken arkamdakini düşünürüm düşünceli
Güneşin tenimi yakışını
En son senin yakamoz gözlerini

Kibrinde biriktim insanların
Dillerine düştüm karakuyu
Kesik nefeslere dönüştüm
Alev fışkıran gözlere bakıp

Alfabeyi sıralar gibi sıralıyorum
Alışılmış bir soysuzluk bürüyor
Dört yanımı ve büyüyor
Içimdeki çocuk gülüşleri hep biraz eksik
Eksilen insanların burukluğu geçmiyor

Alıştığım manzaralarım yok artık
Uzakta bile değilken uzağım kimisine
Yanlış atılan ilmeğim, kaçığım
çokca deliyim
Işte şimdi sökecekler beni benliğimden
Ben artık ben olmayacağım

Dur durak bilmeyen akıllanmayan suskun biri oldum lakin
Sustuklarım kadar var dışarıdakiler
Konuşmaya değmeyecek kadar çok
Kirletilenler

Papatya Tacı ve Soytarı

Yıllanmış şarap gibi
Bir ömür adamak istiyorum
Kırmadan incitmeden yaşanmış
El değmemiş çiçek yaprağı
Bol kahkahalı ve sevgi dolu
Küçük kızın başına kondurulmuş
Papatya tacı gibi saf

Lakin alevden bir kadeh ki tutamıyorsunuz

Korkusuzca savaştım önceleri
Sonra kaçtım kavuğuma
dallanıp budaklandım ötelerde
Yıldızlar kaydı ve gitti
İçlerinde gülümsemeler saklayarak
Budandım köklerimden
Ne acı ki
Budayan ben
Yeşillerim çoğalsa da
Yetersizdir nefes alışlarım

Kumsaldaydım güneşle birlikte
Açıkta gördüğüm gemiydi tutunmak istediğim
Yanıyordu gözlerim
Boğazım kuruyordu
Tablolardaki fırça darbesi kadar
Ne olduğu bilinmez bir darbeydin bana
Sınırı olmayan limanlarımın birinde
Karaya bağlı görünmeyen, çapası çok derinde bir gemi

Havai fişekler patlatıyorduk birlikte
Ve duvarlarımı boyuyorduk
Zaman kadar değerli ne kaldı ki...
Yalnız ben
akrep ve yelkovanın aniden durması gibi durmuşum
Sessiz sedasız kalemlerde

Konuşacak şeyim yok da
Burnumda tüten çok şey var
Yazdığım çok yok
Fırtına biçtiğim çok

Bunlar söylenen şeyler değil öyle
Bambaşka şeyler
Yağmurun camdan süzülmesi gibi içten
Demlenen çayımın buğusundayım
Bıçaktan keskin olan iki şey varsa biri kalem biri dildir

Kuşlar şakıyor
Onların anlatacağı çok fazla
yalancı gönül goncası var ki
Tüylerini yolan kaypaklardan bahsediyorlar

Sorgulamam bitti bugünlük
Hadi başka yere yağın gül taneleri
Dikenlerinizden sıyrılıp

Salı, Şubat 13, 2018

Dolunay

Adımların,
Ne kadar yavaşmış.

Seni beklerken
Sanki
Bitmeyen bir gün yaşamışım
Oysa gündüzü sevmem, biliyorsun.

Canın diyorum,
Canın ne hafifmiş.

Seni koklamışım
Yüzyıllarca
İncitmekten korkmuşum
Sen de anlamamışsın.

Neler konuşmuşuz,
Ne günler yaşamışız ki
Ne bu yorgunluk!

Nerdeydin gecenin yüzü
Konuştum, neden duymadın?

Ki aptallık bendeymiş,
Neden öpmemişim ki seni
Neden sarılmamışım gözlerine!

Ki bu bir 'keşke' olamayacak kadar güzel,
Biliyor musun?
Bu kalp böyle atmazdı eskiden...

Çarşamba, Ocak 31, 2018

Kum Saati

Zaman kendi kendini soyutluyor biz duruyoruz
Duruyoruz çılgın kalabalık geç gelen otobüsler 
Boşalmak bilmeyen duraklar dakikalar saatler
Önümüzde akıp giden bir hayat var

Sonra senin gök bakışlarında bir serçe oluyor zaman
Gözlerini dikip bana bakıyorsun binlerce otobüs birden geliyor
Bu çılgın kalabalık yok oluyor şimdi bir gözlerin bir gözlerim 
Zaman senin bakışlarında kendine bir renk buluyor somutlanıyor
Bir koku ediniyor kendine ikimizi birden sarıyor
Hanımeli gibi bilmiyorum hatta gül gibi zaman zaman

Ellerin avuç içlerimi tanıyor derken serçe birden kanatlanıyor
Göğsümün tam ortasına konuyor kendine bir yuva buluyor
Tutuyorum saklıyorum onu kokunla beslesem diyorum
Derin bir nefes alıyorum vermiyorum neyse ki elin elimde
Beni boşver yeter ki yaşasın bu serçe göğüs kafesimde

Gelmeseydi ama geldi on dakika dokuz sekiz derken
Gelecek zamanı sevmiyorum mişliye dönerken
Yüzünden geçen dalgaları okusam hep okusam öylece dursan
Bilsen o dalgaların altında incecik pembe kumlar var
Aslında diyorum tam o anda aklıma geliyor topluyorum


-Bize şöyle masaya yatırmalık bir kum saati lazım.

Salı, Ocak 30, 2018

Ebedi Fani

Ben-i Âdem ecel ile muhatap olur da
Hisler ecel ile muhatap olmaz mı?
Hisleri ebedi zannetmek
Sebükmağz olmak için kâfi olmaz mı?
Kadehteki şarabı içip de
Bitmemesini ummak ahmaklık olmaz mı?
Bu fani hayata bakıp da
Eceli kendine ırak zannetmek hayal olmaz mı?
Zira âşık ölür de
Maşuk hiç ölmez mi?
Maşuk da ölür âşık da.
Hatta ve hatta âşıkla maşukun arasında geçen her neyse
O bile ecele kavuşmaktan men olamaz.
İhtilal-i dimağ suretiyle bazı hülyalar
Bazen de bazı umutlar
Mütehayyilesi tekâmül etmiş kimselere hakikat gelebilir.
Her hülya her umut gerçeğe kavuşur.
Fakat ebediyet yalnızca yaratana mahsustur.
Bundan mütevellit
Ah-u zar etmek manasızdır ölünün ardından
Ekseriyetle üzülmek anlamsızdır gidenin ardından
Ölünün ardından ah-u zar eylemek bile manasızken
Tabii suretle manasızdır ıstırap-ı aşktan üzülmek
Şimdi söyle bana arkadaş!
Arşa yükseleceğin zamanla buluşmak an meselesiyken
Peşinden koşan ecelin sana ulaşması hiç de zor değilken
Ağlamanın, sızlamanın

Hayatı kendine zehir etmenin lüzumu var mı?

Pazartesi, Ocak 29, 2018

Belki

  Ufacık da olsa bizi bıktırmış sorunları düzeltme, değiştirebilme ihtimalimiz olduğunda neden o seçenekleri görmezden geliriz? Adı üzerinde bıktığımız için mi? Düzeltmek için bile olsa onun için uğraşmak zor mu gelir gerçekten? Ya da belki de başarma ihtimalimizden korkarız. Başarıp da düzelttiğimiz o eski sıkıntılar hayatımızda olmaya devam eder çünkü. Artık o kanserli bacağı hiç kan kaybetmeden huzurla koparıp atma sebebimiz ortadan kalkar çünkü. Bu yüzden çabalamayız işte. Kırıla kırıla umursanmadığımız gibi umursamamayı öğrenirken tüm sabrımız sertleşen kabuğumuz içindir.
İnceldiği yerden kendiliğinden kopması için değil de sertleştiği yerden kesilebilmesi içindir her şey.

Pazar, Ocak 28, 2018

Sihirli Bir Şey

Ayrılıyorum
Şehirim
deniz kokan kaldırımlar
Denizin alev alev yanışını gören Arnavut kaldırımları
Vedalar bitmek bilmeyen hülyalarıma dolanır
Taşların içine sızan su damlalarıyım
Gizlenen suratları göz kapaklarımın altında sakladım
Ufku burnumun direği sızlaya sızlaya içime çekiyorum

Tenimi yakan kırmızı bir halka var
Rüya görmek istemiyorum korku dolu
Devleşen insanların aciz çığlıkları yok mu burada
Suçlarımı ve günahlarımı saklıyorum avuç içlerimde
Sığmıyorlar
kollarımdan sızıyorlar iri su taneleri gibi
Dudağımda ya bir göçmen türküsü ya duygusal ezgiler
Mırıldanarak çözümlüyorum hayatı
Sessizliğe gömülüyüm şimdiyse,
ara ara yitip giden çocukluğuma sığınıyorum
ara ara da özlüyorum
Keskin bir keman sesi doluyor beni kollarına alıyor
Müsterih olun, iyiyim

Şehirim uzaklarda kilometrelerce ötede
Kordon'da martı olmak ah bu saatlerde
Tam balerinin saç topuzunun birleşme anı
ikisi sahi... ayrılmaz mı birbirinden
Bazı şeyler bütündür
-ezgisel veya duygusal-
Ayırmaya kalkarsan ikisi de ölür
Gül dalından kopmak ister miydi düşün
Lakin hayat budur
İnanın insanlığa her şeye rağmen
İnanın insanlığa rağmen
hakikat eşiğinde uzaklaşan raylar gibiyim ben
Aynı yükü taşımaya gönüllü sonları görünmeyen

Biliriz ki saadet pınarları
tüm bu sosyal saçmalıkların ardında...
Kalplerdedir
Müsterih olunuz,
Bu kez kendiniz için azizim
Döneceğimiz yer elbet
ruhumuzun ait olduğu yere benziyordur.

Cumartesi, Ocak 27, 2018

Gri

mutluluklar sana,
sense
hiç deniz görmemiş
yaşlı banka aitsin.
yerde yeni kurumuş yapraklar,
ağaçlarda o hiç sevmediğin kuşlar,
susuyorsunuz birlikte.
susuşlarınız,
ne kederden
ne de gelmeyene özlemden...
şimdi susuşlarınız,
tek birine özelken
ilk kez elini kaldırıyorsun göğe
-bu 48 saniyelik zehirleniş,
sizin şerefinize...
en az sizin kadar gri olan
bu zehirli pamuklar,
sizin için ...
şimdiye dek içine doldurdukları huzurun şerefine
7 milyara çatıyken bile
sadece sana aitmişler gibi hissettirmelerine...

Arayış

Yağmurun yumuşak kibirinin altında yürürken

Aklıma düştün yine bu gece de.

Birlikte yürüdüğümüz sokaklardan
Bu sefer tek başıma geçerken

Islak kaldırımlardan sordum seni, ayak izini aradım her yerde

Bir yere dokunmuşluğun vardır diye kokunu aradım

Yokluğunun soğukluğunu haykırdım sessizce

Gecenin tenine

Sessizliğine bile tutsak olan nefesimin çığlığını duymadın yine

Dinlediğim her şarkı sözünde seni aradım

Okuduğum her dizede

Duyduğum seste bile

Sonbaharda döküldüğünü gördüğümüz yaprakları toplardık ya seninle

Yapraklarını döken ağaçlara sordum belki toplamışsındır da görmüşlerdir seni diye

Yine de bulamadım hiçbir yerde

Hiçbir şarkıda...
Hiçbir şiirde...

Şimdi
Şimdi topladığımız o yapraklar

Birlikte karaladığımız tomar tomar sayfalar elimde

Gidişinin ardından yokluğuna sarılıp uyuyorum her gece

Olur da bir gün bir gecenin şefkatinde

Uğrarsan düşlerime,

Görüşmek dileğiyle.

Madaklı Şiir

Gölgeme razı bir fesleğen olmaya karar verdim bugün,keşke dememek için
Uzun soluklu Didem Madak okumalarından sonra
Rengârenk reçeller dizdim kalbimin raflarına
Çok sevinmelerin kadını olacağım dedim,
İzin verirsen eğer çiçekli şiirler yazmama. 

Kitap aralarında kuruttuğum güller
Ve çoktan kokusunu unuttuğum sümbüller
Şiirime kenar süsü olmayı dahi,
kabul etmediler.
Şimdilik bağışla,iznini alsam da
Çiçekli bir şiir durmayacak masamda

Yine de isterim ki bu şiir tohum olsun dursun
Dirilerine yeni tarhlar oluştursun

-işte tam da bu sebeple-

Yedi yaşıma dönüyorum şimdi
On dokuzuma yürüdüğüm dikenli yollardan

Sevinmenin yaşını küçük buldum biraz
Ninnilerle uyutup,büyütmeliyim
On iki sene elinden tutup yürütmeliyim
Belki o zaman sevinmek de bensiz duramaz

Çıkar yol bilmiyorum inan çiçekler açtırmaya ya da mütemmim cüz olmaya bir aşka
Yıllanmış ruhuma çiçek aşısı yaptırmaktan başka.

Teslimiyet

…Göğsünün orta yerinde yıkılmaya yüz tutmuş bir medeniyet düşün. Düşün ki sadece varlığını muhafaza edebilmek için girdiği bütün savaşların mağlubu. Sebep? Vasıfsız yöneticiler, düşünmeden girişilen planlar, aceleci adımlar, müteakiben yenilgiler, yıkımlar, isyanlar… Göğsünde bir acı hissediyor musun? Bu sızıdan çok öte, bu bir yara; halkını sürükleyen intihara. Renklerin yitirildiği ve insanların benliklerinden feragât ettiği bir zaman dilimi bahsettiğim. Düşün ki bu zamanda çıkıp gelen biri var, devrimi tüm sözlük anlamlarından taşırarak.Halkın aradığı da buymuş zaten, taşkınlığın böylesi. Dibe çökmüş tüm iyi niyeti ve güveni çalkalayıp su yüzüne çıkaracak bir kıvılcım. İşte sen bu kıvılcımsın diyecek oluyorum ama aslında sen bu kıvılcımın çok daha ötesisin; az önce bahsettiğim yaraya sebep ne varsa içimde, yakıp yok eden bir yangınsın,alevlerine tutulduğum.
Şimdi bu medeniyet senindir, kalbimi bırakıyorum avuç içlerine.
-tehlikeli bir teslimiyet-

Sokaktaki

Gri taşların sessiz çocuklarıyız biz
Yoktur beyaz yakadan maskemiz
Isınmaktır şu soğuk havada derdimiz
Şu da bilinsin biz hiç boş değiliz
Sokak lambası ışığımız
Duvarlar kağıdımız
Spreyler kalemimiz
Düşüncelerimizse sadece yazdıklarımız
Yoktur yatacak yumuşacık yatağımız
Lakin düşünürüz çalışır aklımız
Belki sizler için serseriyiz
İnsanların gözünde lanetliyiz
Fakat bilmezsiniz
Tertemizdir kalbimiz
Yalın ve açıktır zihnimiz
Okul okumak değildir işimiz
Hayatta kalmak en önemli meziyetimiz
Tolstoy, Nazım hatta Shakespare bilmeyiz
Martin Luther ve Kant'dan bi' haberiz
Aristo Platon kimdir yoktur bir fikrimiz
Ama biz yaşamak isteriz
Bizler sizler için serseriyiz
Ve hayatta kalmak en önemli meziyetimiz
Sizinkiler gibi zengin olmadı ailemiz
Kapitalizme karşı gerekti eğilmemiz
Yasaktı bizim o kapıdan içeri girmemiz
Cebimizde para olmadığından size göre eğitimsiziz
Belki okulda öğretilenleri bilmeyiz
Lakin hayatta kalmak en önemli meziyetimiz

Cuma, Ocak 26, 2018

Vatan Sağolsun

Kötüyüz, hepimiz çok kötüyüz diyorum.
Bunu yüzünüze yüzünüze haykırabilmek istiyorum.
Çocukların hayalleri, kahkahaları, oyunları o küçücük ellerinden koparılırken sırtınızı çevirişinizi izliyorum. Hadi gözlerinizi hep böyle sımsıkı kapatın, ne de olsa size dokunmayan yılan bin yaşasın!
Bir annenin kalbi bir ölümü daha kaldıramayacak kadar yorgun.
Ölümün ne demek olduğunu bilmeyen bir çocuk şehit babasının tabutunu annesine gösterip "babam burada mı?" diyor. O yaşta merak etmesi gereken onlarca şey varken, bir köşede babasının neden bu kadar uzun uyuduğunu düşünüyor.
Senin baban şehit çocuk..
Başka bir yerde bir eş sabaha kadar dua ediyor.
Duymuyorsun, duymuyoruz.
Bir baba şehit oğlunun başında sessiz sessiz ağlayan askerin gözlerini kendi elleriyle siliyor.
 "Ağlama oğlum, güçlü ol. Sevindirme onları"
Görmüyorsun, görmüyoruz.
Ben bir polis kızıyım uykusuzluğu daha yedi yaşında, büyük korkularla sabaha kadar babamı beklerken öğrendim.
Ölümün anlamını babam yanıbaşında şehit düşen arkadaşını uğurlarken "Vatan sağolsun" dediğinde öğrendim.
Eve gelmediği gecelerin hepsini bende "Vatan sağolsun" diyerek atlattım.
Küçücük çocuklar, yaşlı anneler, eşlerde onlarla birlikte bedel ödüyor.
Bilmiyorsunuz.
Karda, dondurucu soğukta canını ortaya koymuş o cesur adamların cenaze törenlerini sıcacık yataklarımızda, son model televizyonlarımızdan izliyoruz.
Kalpten bir teşekkür edemiyor kimse.
Biraz daha rahat uyuyabilelim diye onların hangi şartlarda, neler yaşadığını göremeyecek kadar körüz.
Suçlu sımsıkı kapattığınız gözleriniz.
Dayatılanı sorgusuz kabullenişiniz.
Vicdanınızın sesini bile duyamayacak kadar tıkadığınız kulaklarınız.
Suçlu sessizliğimiz, kötülüğümüz bundan.

Yalnızlık Ne Güzel İçki

Yalnızlık ne güzel içki
İçimi kadeh farzet ağzıma kadar doluyum
Bir kişilik imparatorluğun başında
İhtilallerle boğuşuyorum
En çok geceleri
Hava karardığında şahlanıyorum
Sükunetimle izliyorum alevini
Canım yanıyor  yüreğimin üstü kül
Kül tablası da ağzına kadar dolu
Şiirlerin, kitapların içindeyim
Hepsine bir parçam bulaşmış mutluyum
Yalnızlık ne güzel içki
Mahmur gözlerime inat bir kadeh daha
Canım yanıyor dumanı burnumu sızlatıyor
Yüreğimdeki küller ciğerlerime işliyor
Şikayet değil tüm bunlar
Bu hissi seviyorum
Tek kişilik bir imparatorlukta yaşıyorum
Sahibi benim
Tahtım gri kaldırım taşları
Yaverim bir çakmak bir de sigara
Hayallerim ordum rüyalarımsa düşmanım
Benim mültecim zaman
Ama olsun yalnızlık ne güzel içki
İçimi kadeh farz et ağzıma kadar doluyum

Çağrı

Batarsa batsın çıkarsa çıksın
Vatınıma yan gözle bakanın
Kanı dereleri taşırsın
Ecdadın emanetine sahip çık
Bu vatan namusun Türk evladısın

Bırak!
Sarsın çevreni en ateşli günler
Dert etme başa çıkarsın
Sen Metehan sen Attilasın

Benim tarihimin eşi benzeri yok
Ey hısım bozkurdun gazabından kork
Bu gençler ateşli bahadırlar diri
Yürekleri düşmanınkinden çokca iri
Elde bayrak dilde Tekbir haydi ileri

Bayrağımızda hilal ve yıldız
Bize iyi gelir bir çamçak kımız
Bundan sonrası biraz güç biraz hırs
En sonunda vatanımız olacak bağımsız

Mustafa Kemalin emanetine sımsıkı sarıl
Koru ve yücelt ! Varsın ucunda ölüm olsun
Şehadet şerbeti bizim son içkimiz olsun


Ey Türk, ey bozkurt, ey havada uçan kartal
Uyan, uyan ki dar olsun dünya soysuzlara
Uyan ki Türkün adı cismi hakim olsun dünyaya
Uyan, Türk oğlu geç kalmadan uyan

Bahçe

karlar yerlerini terk edeli
birkaç zaman olmuş
üzerlerindeki baskının kalktığını fark eden yeşiller,
uyanmış.

kucağında kıştan
ve eskilerden kalma
uykulu kırgınlıklarla
yürüyorsun bahçende.

etrafına bakmaya çekiniyorsun.
sonra elini avuçlarının içine alıyor biri .
ellerinize bakıyorsun gülümseyip
birlikte yürüyorsunuz.

şimdiye dek önüne çıkan taşlar,
bu sefer de önünüze çıkıyor
ama sen eskisi gibi gerilmiyorsun bile
birlikte yürüyorsunuz ya

hiç keşfetmediğin çiçeklerini keşfediyorsunuz bahçenin.
senin koparmaya kıyamadığın müge çiçeklerinden birini,
kopartıp sana uzatıyor;
duruyorsunuz.

hadi diyor koklasana 
koklarsan nefesinin kesileceğini bilmiyor mu acaba?
polenleri yenemeyeceğini bile bile
tamam diyorsun.

birlikte yürüyorsunuz,
hala daha 'bahçeniz' olamayan bahçende,
nefesini kesen polenlerle,
yürüyorsunuz.

siz yürüdükçe sen nefessiz kalıyorsun ve
artık müge çiçeklerinin de pek bir önemi kalmıyor.
duruyorsunuz.
o, tek başına yürüyor senin bahçende.

Perşembe, Ocak 25, 2018

Apolet

İşte ben de bazen bu basit duyguların esiri olmaktan kurtulamıyorum. Bu ani basan ruh halim beni fazlasıyla olumsuzluğa, kötülüğe, hırçınlığa itiyor. Bazı bazı insanlara verdiğim telkinleri kendim tutsam belki bir nebze daha güler yüzlü bir kaderle karşılaşabilirim.
Zira ben insanlardan uzak sürdüğüm bu hayatımı renklendirmeye kalkarsam ancak bazı zevklerin tadına ulaşabilirim gibi geliyor. Öncesinde denemiş olduğum bu zor, suskun ve çirkin teoriyi tekrar deneyecek kadar aptal cesaretine sahip miyim bilmiyorum. Hayatımı renklendirmek, evet, böyle söyleyince kulağa hoş geliyor. Fakat siyah da bir renk... Gri de... Anlamsız koşuşturmacaların içinden kopup gelen narin yalnızlığımın rengi onlardan daha güzel gelebilir.

Duyuyor Musun?

   "Bu bir cesaret öyküsü mü? Sanırım hayır. Büyük ahmaklıkların bulunduğu basit bir dizi olaydan ibaret sevginin göğsüme yansıması sadece. Adsız sansız yaşantıların en korkunç örneklerinden biri olmalı bu." .
"Ne olmalıydı ki? Tek taraflı dökülen gözyaşlarımın yüreğinde bir görüntüsü olacağına inanmam acizliğimden başka bir duruma yol açmayacaktı. Ki öyle de oldu sanırım yalnızlığımın aklımı delişi. Hangi hayranlık, neye hayranlık? Kime sevgi gerekti ki seni sevmeye kalktım." .
"Çocukluğumun umumi heyecanlarında bıraktığım o samimiyeti bir kez daha yakalasaydım gövdenden ayrılmayacağıma yemin edebilirdim. 'Fakat bu imkansız' diyerek çekilseydim ani bir ölüm atardamarlarımda vuku bulabilirdi." .
"Şayet gülümsemelerine kansaydım ummadığım taşların baş yaracağına şahit olabilirdim. Bugünkü utancım hiç olmamış gibi bahsettiğim bu sırtımdan bıçaklanmaların hepsiyle zamanında yüzleşmiş olmamdan kaynaklı." .
"Yattığım bu ulvi ölüm uykusunu bozduğun için sana biraz da olsa kırgınım. Ne kadar basit görüyorsan bu kırılmayı sen de o kadar kaybettin aslında. Bunu söylemek haddime olmadığından susuyorum." .
"Gerçi bir kalbin olduğuna inandığımda külliyen ve yalnızca ben kaybetmiş gibi görünsem de yalnız yaşamak yalnız ölmekten evladır diye düşündüğümden en büyük kaybı yine sen yaşayacaksın."
"Ki külliyen inandığım en basit kurallardan biridir bu,
'İyiler yalnız yaşar, kötüler yalnız ölür'." .
"Yalnız ölmen dileğiyle..." .

Kırmızı Papağan

Gri kusuyorum
Çeşitli kentlerde hep aynı susuşlar 
Taklit ediliyor jestler
Mimikler kalıplaşan cümlelere iliştirilmiş
Duvarlarımın içinde kırmızı bir papağan var
Gagasını vururken çıkardığı tınıdan
Biliyorum içimdeki saatin ilerleyişini
Satırlarımız eskidi biliyorum
Eskitilmiştik belki de
       belki eksildik.

Çakıl taşlarından yaptığım koleksiyonu gösterdim
En uçsuz bucaksız diyarlarımda
Bir küçük kız çocuğu koşuyordu
Konuşamayan dikkatli gözler anlattı onlara 
Sarı bukleli kızın gözlerindeki ışıltıyı
Hayallerinden bir balon uçurdum ufaklıkların
Büyüklere değsin rüzgarlarım enselerinden içeri dolsun
Solarken güllerimin yaprakları
Duvarlarımı kırmızıya boyadım
Misliyle seviyorum şimdi hak edeni hak ettiğinden

Tarlalarımın içinde yeşeren umutsuzluktu,
Kafamın içinde bulanıklaşan soyut tablo.
Usta ressamların gölgesinde kalmış
Görüyorsunuz ya ? Görmelisiniz...
Oysa hayatıma giren herkes
Kusursuzluğunun yanında küstahlığını da getirirdi 
Şiirlerime düşen damlaları içti henüz doğmamışlar
Belleklerine sıçradılar ve büyük düşünüşler oldu
Nazımlar
İlhan Berkler doğdu
Kimsecikler farkına varmadı 
Işık hüzmeleri vurdu yüzlere

Mısralarımda can bulurken bedeni siyahın
En acımasız renkti beyaz ve
Saflığı kullanarak girdiği o ücra yerlerden karanlıkla çıkacak.
Korkusuzca yazıyorum hayatı
Yaşıyorum fütursuzca
Küllerim saçılırken yaşıyorum
Ciğerime temiz havayı dolduruyorum süzerek gözlerinden
Kırmızılar doğuyor şafaklarda ve
Çiçekler bitiyor kırlarda karları delerek.

Salı, Ocak 23, 2018

Kene



İçim derya gibi
Köpüklü çalkantılı ekşiyorum
Ağzıma gelen küfürleri yutuyorum
Ağzıma geleni söylememeliyim
Enginlere sığmayan ucu görünmeyen birikintilerim var
Kulaklarımda fısıltılar
Zar zor görüyorum önümü
Belli ki ışıklı değil yollarım

İçimde milyonlara yer var
Ama, kimseciklere yer yok
Kuşlar dolansın
Güvercinler konsun ses tellerime
İnsanoğlu girmesin izinsiz
Irmaklarımda yıkamasın kirli düşüncelerini

Ağlasam mısralarım ıslanmaz
Kaldırımlar belki
Konuşsam dediğim mimdir
Konuşmasam çığlık
Kovuldu yüreğimden adem
Ama hala içerimde elmalar
Var olma sıkıntısı
Ya da iç sıkıntısıdır
biraz burukluk liman getirisi
Ya da götürüsü

Kuruttuğum güller
Sayfaların gözyaşını içerdi
Kan kırmızı can verdiler
Sulanmaz gözüm yok
Toz kaçar içerime
İçerimde sel yaşanır
Her yer boyaya bulanmış
İris damlamasıdır

Kirli miyim kirletilmiş mi hayaller
Ak pak insan kalmayan dünyayı
İçime almaya kalkmışım da
Silleyi yemişim

Temiz olamam
Dudaklarından harfler çıkmasın
Tahammülüm yok arınmaya

Dilim dönmüyor ama
Konuştukça konuşuyorum
Sisliyim
puslu havalar gibi
Soğuğum bazen
Yağmalıyım
Çıkmayacak gökkuşağından korkum
Hepinizden nefret duyuyorum
Belki de bir kaçınızadır kuşkuluyum
Sadece şu an hepiniz demek geçiyor içimden
En derinimden

Salıncaklı hayallerimi
Kapanmış menekşelerin ciddiyetinde
Bulmaya çalışan bi' acizim
Galiba pek başarılı değilim
Küllenmişim...
Yıllanmış?

Üzgünüm bazen sevinçli
İçimi burkan bu hava
Bu yapı bu içtenlik
Ne varsa hepsi ciğerimi soldurdu
Papatyalarım sevgi ihtimalleriyle
Koparıldı

Saatler kaçarken geçmişten
Saatim bozuldu
Geçmişte miyim şimdilerde
Gelecek çok ötede fenerli kayık
Sen yakın dur yeter kimliğim
Polisler peşimde
Ceplerim bilye dolu

Salı, Ocak 16, 2018

Para ve Saadet

  Parayla saadet olmazmış. Öyle derler hep, parası çok olanın huzuru olmaz vesaire. Hep Sabancı örneğini verirler. İşte milyarları vardı ama evladının sağlığı yerinde değildi falan. Ya geçiniz efendim bunlar hep algıda seçicilik. Sizler öyle olmasını umut ediyorsunuz. Öyle olsun istiyorsunuz. Çünkü öyle olunca içinizi rahatlatıyorsunuz. Geçenlerde bir işçi evini geçindiremediği için meclisin önünde kendini yaktı. Zamanında bir başbakanın önüne atılan yazar kasa üzerinden 15 yılı geçmesine rağmen hala konuşulurken kendini yakan işçi haberlere bile çıkmadı.Ya öyle ütopik ideolojiler gibi işçi edebiyatı yapmayacağım fakat durum bundan ibaret. Hani parayla saadet olmuyor falan ya hani, para olmayınca da saadet olmuyor bunu anlamak lazım.
  Binlerce insan borçlarını ödeyemediği için bu zamana kadar canına kıydı. Canına kıyanlar eğer lüks için borca girmiş olan kimseler olsaydı sizce gerçekten ödeyemez miydi? Ama tabi bir saniye bir insanın eve ihtiyacı yok onun için borca giremez değil mi? Ya da bir araca ihtiyacı yok. Araba alırsa lükse kaçar. Sonuçta toplu taşıma manyak ucuz(!). Ha gerçi aracı alsa da bunun yakıtı var. Yakıt fiyatları da el yakıyor. Bu borca giren insanlar harbiden haksız değil mi? Ulaşım ihtiyacını karşılamasın evde yatsın. Bir saniye borcunu ödeyemeyen insanlar zaten evde yattıkları için ödeyemiyorlar değil mi? Hani iş var da onlar çalışmıyor.
  Yahu zaten bunların hiç birini yapmadan da borçlanıyorsun ki. En basitinden hani şu KYK Kredisi var. Sana taksit taksit veriyorlar. Sen de taksit taksit ödüyorsun.  Bu da yapılmış bir iyilik gibi sunuluyor ya önüne. Bir dakika ama ya sağ olsun devlet büyüklerimize göre verilen bu krediler bırakın eğitim masraflarını karşılamayı ev bile geçindirir (!). Kusura bakmayın özür dilerim. Bu konuda da yanıldım. Çünkü insanlar 1600 Tl' ye 4 kişilik bir ev geçindirebiliyorken bir öğrenci 470 liraya tabii ki geçinebilir. Sonuçta 1600’ü dörde bölünce 400 yapar ve bu 470 liradan az. Bir dakika 70 lirayı öğrencilere gezsinler tozsunlar diye vermiş olabilirler mi? Çünkü 70 lira gerçekten çok büyük bir para. Lütfen buradan devlet büyüklerine sesleniyorum: 70 lira gezmek için çok fazla 10 lira yeter devletin kasasından boş yere para çıkmasın, lütfen. Kredilerden belki dönüt alınıyor, en azından burslardan kesilsin çünkü çok büyük bir para mazallah devlet çöker başımıza iş çıkmasın.
  Ya ben ne konuşuyorum ki dünyanın en büyük 17. ekonomisi var bizde. Baya zenginiz yani. Kişi başına düşen milli gelirde 63. sıradayız ve bu hiç önemli değil. Üstelik halkımız o kadar zengin ki aldığı maaşın büyük bir bölümünü devlete iade ediyor. Evet, vergilerden bahsediyorum. Sonuçta 300 liralık bir doğalgaz faturasının 50 lirasının vergi olması gayet normal. Çünkü halkımız acayip zengin acayip refah içinde yaşıyor. 17 Ağustos depreminden sonra yürürlüğe giren verginin hala alınıyor olması da gayet normal. Çünkü 2 yıllık bir vergi planlaması falan değildi.
  Açlık sınırı da her yıl yükseliyor. Yahu algı operasyonu olması gerek bunun. Çünkü enflasyon falan yükselmiyor yani. Sadece milleti galeyana getiriyorlar. Bu para da amma paraymış he. Para para diye ortalığı yıktım. Gerçekten parayla saadet falan olmaz arkadaşlar(!). Parayla satın alamayacağımız mutluluklar vardır değil mi? Ama o mutluluklara ulaşmak için nedense paramız olması gerekiyor.


Cumartesi, Ocak 06, 2018

Hikaye


Bir hikaye yazdım göklere
Hayallerim gerçekti o öyküde
Beraber yürüyorduk kırmızı bir holde
Islanıyorduk yağmurda evimizin bahçesinde
Bir sabah uyanıyordun bir sürprizle
Gülüyordu gözlerin benim içimde

Bir hikaye yazmıştım aslında
Bir paket duruyordu masanın altında
Çok istediği oyuncak vardı kutuda
Oğlumuz paketi açtığında
Ağzın kulaklarında
Gözlerin gözlerimde

Bir hikaye diye yazmıştım
Masal olacağına inanmamıştım
Aslında sen hiç var olmamıştın
Bense gerçekten seni görmemiştim
Dört duvarın arasında
Gördüğüm halüsinasyonlarda
Gerçekte var olmamış
Hiç yaşamamış
Bir özgürlüğü
Bir hayali
Bir kadını
Bir kardeleni
Hercai şımarıklığıyla
Düşlemiştim sadece

Ben bir hikaye yazdım göklere
Yani bir hikaye yazmıştım aslında
Daha doğrusu hikaye diye yazmıştım
Masal olacağına hiç inanmamıştım
Özür dilerim
Belki de hiç var olmayan bendim

Pazartesi, Ocak 01, 2018

Zaman

Sırtımıza bindi takvim yaprakları
Her geçen gün biraz daha ağırlaşarak
Kara toprağa emanet ettiğimiz dostları
Unutmadık gözümüzden yaşlar damlayarak

Zaman geçti üzerimizden
Freni patlamış bir kamyon gibi
Dimdik duruşlarımız her geçen gün
Asfaltla bir olur gibi

Eskiden içilmiş kahvelerin
Hatırına geçti bunca zaman
Kırgınlıkların üstündeki gülüşlerin
Forsunda boğuldu zaman

Bazımıza iyi davrandı
Bazımızdan çok şey aldı
Durdurmak istesek de durmadı
Biz önüne set olamadan
Akıp geçti zaman

Şimdilerde hisseder oldum ağırlığını
Yaşım on dokuz
Yakında yaşlılık hissettirecek varlığını
Bugün varız yarın yokuz


Copyright © Sentezler

Site Sahibi: Melih Elçevik |