Hoş geldin. Sentezler'in yeni halini beğendin mi? İstediğini kolayca bulabilmen için büyük bir düzenleme yaptık.

Çarşamba, Aralık 20, 2017

Kaktüs

"Benim sana anlattığım o hikayeler var ya, hepsi gerçek.
Hepsinin başrolü benim.
Hepsinde gözyaşlarına boğulurdu ya ruhun,
ben gülümserdim." .

"Şimdi beni uzaktan uzaktan izleyip hakkımda olmadık kararlar veriyorlar ya,
gün gelecek, haksız çıkacaklar.
İşte bu tonla zerzevatın üstünden binlerce kuş uçacak." .

"Yine bu saatlerde belki yine benim yüzümden bambaşka bir adama uyanacak ya ertesi gün.
Aldırma.
Kopup giden yıllarımın en basitinden biraz daha acımasızıyla karşına çıkacağım." .

"Bu kadar basit sanıyorsun, biliyorum.
İşte bu kadar kolay unutmak.
Yanılmıyorsun.
Sana baktığım gün çiçek açtı sandığım yapraklarım, bugünlerde biraz daha sarı,
koptu kopacak." .

Perşembe, Aralık 14, 2017

Kavgam

*- "Boşverdim içimin asıl rengi bu
Sözlerim gözlerim hatta gönlüm
Yutkuna yutkuna buna tutkunum
Sustum dışımın asıl sesi bu"

-  "Kâh gülmüşsün kâh somurtmuş
Kâh ağlamış kâh kahalara boğulmuş
Ha koşmuşsun ha durmuş
Ya susmuşsun ya da haykırmış
Belki ölmüşsün
Belki çoktan gömülmüşsün
Ve yahut bağdaş kurmuşsun
Ne fark eder?
Öyle ya da böyle belki şöyle
Belki de şu şekilde bu şekilde
Ama bir şekilde
Sakinleşmişsin
Dinginleşmişsin
Bence kaybetmişsin
Nefretini
Öfkeni
Sevgini
Aklını
Mantığını
Ama en çok benliğini

Benliğini bırakmışsın bir sepete
Sepeti bir nehire
Nehiri de tembihlemişsin
'Götür gittiğin yere'
Gittiği yeri sormamışsın
Ya da sormuşsun da duymamışsın
Duyduğunu da duymazdan gelmişsin
Ya işine gelmemiş ya da inanmamışsın
İnansan inanmasan ne fark eder ?
İşine gelse gelmese ne yazar ?
Kontrolü kaybetmişsin
Sepetin kaderini kabullenmişsin

Belki itiraz etmişsindir
Belli ki çok ses etmemişsin
Zira
'Kafama ne koyduysam yaptım.'
Derken yalan söylemişsin

Bir ihtimal
Çığlığın sonunda duyulmuş olabilir
Koşmuş onca insan yardıma
Ne fark eder?
Zamansız koşmuşlar imdadına
İş işten geçmiş
İçin içine geçmiş
Korktuğun ne varsa başından geçmiş
Uçurumun kenarında bir başınaymışsın
Düşerken bir yarığa tutunmuşsun
O ana kadar kendini ölümden sakınmışsın
O saniye gelene dek kaçırmamışsın da
Biraz sabredememiş keçileri kaçırmışsın
Uçurumdan kendini bırakmışsın
Bu yüzden geçmiş iş işten
Bundan ötürü geçmiş için içinden
Ne fark eder söyle!
Sen sabretmedikten sonra
İmdadına koşsalar koşmasalar
Ne fark eder ?

Sen söylemeden anlarlar
Seni tanırlar
Sen olduğun için ararlar
Bulamazlarsa endişelenirler
Sen kendini umurlarında zannetmişsin
Hakikaten sen de narsistmişsin
Her şeye güldüğünü
Herkesi güldürdüğünü
Mutlu olduğuna inandırdığını
Çevrendekileri kandırdığını
En çok da kendini aldattığını
Farketmemişsin

Sahi sen de ne sahtekarmışsın
Helal olsun çok güzel oynamışsın
İçine bunca karayı sığdırmışken
Dışına yalnızca neşeyi taşırmışsın

Şimdi de gelmişsin
Boşverdim diyorsun
Sahtekarlığa devam ediyorsun
Yutkunamadığını bile bile
Yutkunduğunu söylüyorsun
Söz de susmuşsun lakin
Hala yazıyorsun"

Çarşamba, Aralık 06, 2017

Geri Dönüş

   Benimki de bir vazgeçişti aslında hayallerimden, becerilerimden, okuduğum kitaplardan, okuduğum şiirlerden, dinlediğim şarkılardan, yaşadığım hayattan, yazdıklarımdan… Yanacağımı bile bile ateşe atılıp yanmamaya inanmaktı benimkisi biraz da. Çünkü bilmek ve inanmak çok farklı şeylerdi benim için. Bilmiyorum siz daha önce taviz verdiğiniz her yerden taruman edildiniz mi? Güvendiğiniz dağlara kar yağarken oturup izlediniz mi? Sizi bilmem de ben verdiğim tavizlerin beni taruman edişine boyun eğdim. Güvendiğim dağlara kar yağarken de en sevdiğim dizelerimi söyledim. Bu benim son boyun eğmem, son kar yağışım ve severek söylediğim son dizelerimdi. Tüm bunlardan sonra kendime sırt çevirdim. Bir yaşamı orada sona erdirdim. Yenisi için kendime zaman verdim ve ben bugün yeniden doğdum.
      Hani fenomen olmuş bir söz vardır  “Herkes şiir yazar, sen hiç şiir sildin mi?” diye, o soruya gururla ben yazdığım bütün şiirleri sildim diyebilirim artık. Sildim çünkü şiir yazmak benim için mühim bir mesele. Çünkü, yazma işi yazan kadar okuyanın da içinde olduğu bir konu. Yazılan deneme de olsa şiir de olsa gerçeklerden bahsetmeli. Olmayan bir fikri zikreden bir yazar, en baba kalpazandır benim için.
      Ben yazarken hislerimi kullanırım. Benim yazmak için ilhama ihtiyacım yoktur. Kalem, kağıt ve hislerin varlığı benim yazmam için yeterlidir. Bu nedenledir ki yazdıklarımın gerçek olması, yani hislerimin gerçek olması benim için çok önem taşımaktadır. Ve yazdıklarım her ne kadar yazıldıkları zaman ki hislerden doğmuş olsa da artık o hisleri beslediğim insanın bunları hak etmediğini düşündüğümden ve kalpazanlığı kendime yakıştıramadığımdan mütevellit sildim şiirlerimi. Bu yüzden o malum soruya “Ben sildim” cevabını gururla veririm. Yazmaya duyduğum saygıdan dolayı bu gururu taşımaktan mesudum.
     Bu yüzden bırakmıştım aslında yazmayı. Bir daha yazamayacağımı düşünmüştüm. Fakat az önce bahsettiğim gibi yazmam için kağıt, kalem ve hislere ihtiyacım var ve bir kez şiir silebilen ben, eğer şu anki hislerimin yanlış olduğu kanısına varırsam tekrar silebilirim. Bu sebeple de yazmaya geri dönüyorum.

Korkma çocuk!
Yeniden doğmaya korkma!
Semaya bak!
Güneş her akşam battığı halde yeniden doğmaya korkuyor mu?
Sonbahardayız, doğanın ölümünü seyret!
Yaprak döken ağaçlar, bahar geldiğinde çiçek açmaya korkmayacak.
Bu yüzden sen de korkma çocuk!

Kalkmaktan korkma çocuk!
Bırak suya düşsün birkaç hayalin.
Sanma ki suya düşen hayaller senin gerçeklerindi.
Şimdi yeni bir hayal kur!
Belki onlar da suya düşer bir gün.
Yine de korkma çocuk!
Yeniden kurarsın bir hayal!
Bir kez dirildiysen bir daha dirilirsin.

Karanlıktan korkma çocuk!
Gelip geçici şeylere saklanamazsın.
Bu yüzden şimşek parıltısı bekleme çocuk!












Perşembe, Kasım 09, 2017

Yanlış Yönler

Sana doğru yürüyorum
Ellerim ceplerimde korkularım başımda
Sonsuzlarda biriken sesler
Çam kokusu doluyor burnuma
Birikintilerin içindeyim
Kendi birikmişliğimin ortasında
Kuruyorum sular dolarken içime

Kansız bir adamın peşi sıra
Yürüyorum
Parmaklarımda dolandırıyorum sigara dumanını
Meskenler edinmek bir yolcu için
Ne kadar zor
Yer yurt edinmek mavilerde maviliklerde

Saatlerimin hepsi farklı yönleri gösteriyor
Tutarsızlık var ceplerimde
görmeyenlerin göz bebeklerine gülüyorum
Sarılar var en kahvelerin içinden
Sıcaklığı hissediyor musun yüreğinde
Bir ekmeği bölüştüğündeki sıcaklık
Sahi her insan duyumsar değil mi bunu

Çevrem eş dost akraba hısım
Hepsi birer birer yitikleşiyor benliğimde
Sadece ben varım ve sadece senin boşluğun
Sen kimsin
Ben kimim
Biz kimiz ki şu dünyada

Perşembe, Eylül 28, 2017

28.09.17

Kızıl rüzgarlar gönderiyorum posta kutuna
Gökten bir kubbe düşüyor şapka addediyorum
Bir damar en kalın yerinden patlıyor şehre
Moloz çuvalı gibi düşüyor yere bu demir çehre
Bir savaşı en kritik noktasında kaybediyoruz
Aybediyoruz merhum günlerin puslu gecelerine                               
Bir depremin üzerine bodoslama adım atıyoruz
Bubi tuzakları patlıyor kelimelerimize
Boşa harcadığımız nefesleri arıyoruz
Her seferinde meşgul çalıyor

Rüzgarlar geliyor ben kalıyorum
Yılıyorum esmekten patikalar üzerinden
Dizelerle açılsaydı kapıların mutlak çalardım
Sol ve fa anahtarlarının en derin yerinden
Oysa sükunetle girdik biz laf dalaşlarına
Yüzümüzdeki yumruk berelerine sustuk
Kan oturmuş enstümanlarımızı kapıya koyduk
İki su bardağı daha yüreğim olsa çalardım
Tüm kavgamla, çekilmiş kanımla
Savruk yumruklarımla, tüm şiddetimle
Rüzgarlara sarardım
Yapraklara
ve sonbahara sarardım.
Susmasam kim bilir neye yarardım

Devrimciler gibi başkaldıran piyaleler vardı
Her birinden uçtu denizlere binlerce martı
Özgürlüğün bu kadar pahalı olduğu bir dünyada
Umudun bile bir çabası var görmek mümkün
Çabası var düşleri yarım asır öteye taşımanın
Şarabı layıkıyla körkütük sarhoş etmenin
                                            bir çabası var
Oysa şimdi martılar gibi bir çığlık kopsa
Rüzgarı duyar gerçekten dinleyen kulaklar

Kızıl rüzgarlar gönderiyorum posta kutuna
İçinde kan ve vahşet barındıran sözler var
İçinde kavga var dinle duyacaksın
Bıçakların saplandığı kın gibi omuzlar
Yıldırım gibi düştüler dinle duyacaksın
Solacaksın menekşelerin keskin kokularına
Ömür dünler gibi kapkara birer kömür
Bittiğin anda çıtırdayacaksın
Dinle, duyacaksın.

Perşembe, Eylül 14, 2017

Issızlığa

Ne uzun bir fahişeydi öyle gözlerin
Günlüklerde yoktu yerleri öyle ufka devrik
Cümlelerde yerini bulmak zor olduğu kadar
Tamamı şiirlerin, özünde tekerrür ederdi
Yoktu denizlerde tuzdan eser boğulurduk
Kulaç attıkça batak gibi batar yorulurduk
Ne vakit vakitsiz bir nota duysam
Defnederlerdi kollarımdan sürükleyerek
Sen ne vakitsiz açan bir çiçektin ki
Kurudun yeşil sükununla toprağa
Bir suçun yoktu karbon çalmaktan başka
Bense yer kaplayan bir bavul oldum
Ankara'ya giden bir trenin 6. peronunda

Bir kadeh kendiliğinden dökülmüştü ikindileyin
İçinden sözlerin süzülmüştü beyaz gömleğime
Bir seyahate sensiz çıktım bu sefer lekelerimle
Şarap gibi mide bulandıran saçlarınla
Başım dönerek baş ediyorum yalnızca şimdi
Ne ıssız bir kıvrılman vardı ki yaraları kapanmaz
İzlerinle yaşamayı yumruk gibi sindiriyorum şimdi
Kesilen nefesi günahtan saymıyorlar kabirde
Sen bir çakmağın aleviyle tutuştun bu bir günah
Oysa ben kendi ateşimi ellerimle götürmüştüm
Şimdi raylarda yüzleşmek isterdim bununla
Ancak yok olmak kolay olmasa gerek bu sabah

Gözlerin biraz fazlaydı bakmak için sonsuzluğa
Rakı gibi kokardı sarhoş bir burunla koklayınca
Göğsün bugüne dek gelmiş en büyük devrimciydi
Öylesine karşıydı ki umutsuzluğa
Oysa bir çocuk gibi ağlamayı bilirdi pınarların
Şimdi bu kaçışa ağlayacaksan devrimci gibi
Güleceksen sükununla gülmelisin
Nihayetinde kimse bırakamaz çiçekleri
Ama bu yolculuk bambaşka bir boyuta

İstemsizce aradığımız sarhoş geceleri sileceğiz artık
Resimler bir alevle uzaklaşacak utangaçlıklarından
Eski defterleri harf harf silgiyle sileceğiz ve
Mümkün mertebe ıssızlığımızda boğularak öleceğiz

Pazartesi, Ağustos 21, 2017

Bir Yalana Mektup

Bir Ankara gecesi kararıyor siman duvarlara
Takvim yaprakları sararıyor sonbahar yüzünden
Öyle bir yüzün ki o senin önünde şarkılar
Arkasında selalar okunuyor
Bir sabinin umudu var ve benim zehrim
Öfkeyle bakarım bakma sözlerime ah sevgilim
Bu şehre yakışmıyor dönüp sırtını gitmek
Vedalar sırtımdaki bıçak yaralarını silmeyecek
Adem ve Havva'nın ilk günahları hiç bitmeyecek
Bir kaderi sorgulayacağız büsbütün imanla
Ağlama duvarlarında gözyaşları asla dinmeyecek
Gardan bir trene atlayıp gideceğiz
Ankara bizden hiç gitmeyecek
Tetik çeker gibi bakmayacaksın göğün gözlerine
Nişan alsan biri, ateş etsen binlercesi ölecek
Anastasya, o urganı sökeceksin gerdanından
Bilmemkaçıncı bir cihan harbini daha kaldıramam
Takı olarak takıyorsan ölüm sana yakışmaz
Ölüm sana yakışırsa bu cihan asla barışmaz
Barut gibi kokuyor cesedin Anastasya sen kimsin
Mezartaşın siman gibi kapkara sen kesin benimsin
Nasıl böyle dimdik uzanıyorsun bilmiyorum
Fahişeler gıptayla okuyor hikayelerini
Bense bu isyanı bırakan cesedinden iğreniyorum
İsmin gibi bir öykü kalıyor Anastasya
Gerçi kabaran deniz onu da bana bırakmaz ya
Ay gibi doluyorsun depremler basıyor gözleri
Gerçek olamazdı hani hayali kahramanların sözleri
Niçin sarı sarı bakıyorsun gözlerime ne var
Bundan böyle ağlamak Anastasya,
İki farklı dünyamız arasında bize yalnızca duvar
Anastasya, sen ne kadar gidebilirsen gideceksin
Ankara'dan izlerini dahi sileceksin
Oysa Ankara benden gitmeyecek
Bu kurşun yağmurları dinmeyecek

Son

Yokum. Suskun ve yapayalnız yokluğum,
Zalim ve bedbaht bir gündeyim.
Belki de son kurbanıyım bu yokluğun,
Susun, şu son kurbanı dinleyin.

Biliyordum, bitiyordu ömür, çaresi yok,
Ve ben çılgın bir sonbahardım bu yıl,
Dalgalıydı denizlerim ve başı, sonu kadar karanlık,
Bir nefes ki; başı, sonu kadar zararlı.

Öyle bir zamanda indim ki yeryüzüne,
Girdiğim beşik gibi sallanan toprak,
Bütün hıncını alırcasına düşman dünya,
Bir dünya düşünün, her noktası ıslak ve kanlı.

Yıllar var ki çözemedim ömrümdeki kördüğümü,
Gidiyorum zaten, sanırım geldiğim gibiyim,
Bir anlamı yok, bu kan mahşerinde gördüğümün,
Ve galiba, "Olmasa da olur." biriyim.

Pazar, Ağustos 20, 2017

Sivil

Sanırım hesabım mahşere kaldı,
Her gün uykuya daldığım,
Ordu malı ranzaları,
Unutmam lazım.

Omzumdaki katları
Çocuk aklım almıyormuş,
Şimdilerde anlıyorum,
Ve bakıyorum da, yaşlanmışım.

Tel tel dökülmüş saçlarım,
Hatta duruyor iki üç tanesi önümde,
Şu an bir anlamı yok bu tahta sıranın,
Sadece divan durmuş saçlarım, onun üzerinde.

İnsanlar var.
Solumda, önümde insanlar...
Tanımıyorum! Onlar da beni,
Sağımda ve arkamda duvarlar, onlar güzel, tanışıyoruz.

Aslına bakarsak, duvarlara yazasım var,
Hiç bir şeyi unutmamışım,
Ve sanırım artık,
Umutmamışım da.

Uzun bir şarkı, yahut bir şiir gerek,
Bizi anlatmalı içinde adlarımız olmadan,
Bizler susmalıyız,
Bizi anlatan o bestenin kucağında.

Sıradan uykulara ara verilmeli,
Yalnız biz olmalıyız,
Evet, yalnız biz.
Yanlış olan sizler, gitmelisiniz.

Durmalıyız nerdeysek,
Veya ne yapıyorsak,
Dışında kalmalıyız tüm kümelenmelerin,
İçinde biz olanların dışında.

Bu arada,
Az önceki insanlar duvar oldular,
Dört duvar var, dört yanımda,
Dört; uğursuz sayım olmalı, sayımız.

Eski kahvemde oturuyor gibiyim,
Yalnız baya eksik...
Ne elimde deste, önümde çay, ne yanımda siz,
Bir özelliği yok küllükteki küllerin, çünki hepsi benim.

Anlıyorsunuz biliyorum.
Hatta tercümanıyım bakışlarımızın.
Biz yoksak,
Sanırım bir önemi de yok gözyaşlarımızın.

Noktasız, virgülsüz sövüyorum.
Biliyorum, duyuyorsunuz,
Lakin yazamam.
Bir rütbesi olmalı yaşadıklarımızın.

Bir yerlerdeyiz, bir yerlerde,
Bir şeyler olmalı,
Yazılacak... Anlatılacak...
Elimin ucunda ama, yazamıyorum.

Bir tel daha düştü saçlarımdan şimdi,
Yaş otuz beş değil ama,
Sanırım ortasındayız ömrün,
Saçlarım... Fark etmemi istiyorlar terk edildiğimi.

Basamak basamak bir yol çıktım, çıktık,
Basamak basamak düşüyorum sanki şimdi.
Meçhule giden gemiye benim de biletim var,
Herkesin var da aslında, benimki, önemli.

İçimdeki son zehir bulutunu,
Az önce boşalttım ciğerlerimden.
Tepemdeki sinekler sarhoş oldu,
Benimle birlikte.

Uzun uzun tavana bakıyorum,
Arkamdaki duvar üşümüş,
Ben de öyle.
Sanırım sönmüş yangını içimin.

Penceremin kenarında bir ağaç var,
Sararmış yaprakları, bazıları canlı hala,
Dalları göğe el açar gibi uzanmış dört yana,
Bana benziyor, çürümüş gövdesiyle bu kavak.

Arka bahçeme iniyorum.
Yavaş yavaş yürüyorum
Yavaş yürüyorum,
Zira içimdeki aynalar kanatabilir canımı.

Öldürdüğüm çiçeklerin bedenleri çürümüş,
Bir zehir yufkası daha sarıp
Aleve veriyorum dudaklarımda,
Hava soğuk.

Sanırım böyle geçecek günüm,
Günler... Ne çabuk geçiyorlar!
Oysa hala dördü beş geçiyor saat,
Oysa hala takvim 31 Temmuz...

Perşembe, Ağustos 03, 2017

Cinayet

Tüm çabasıyla doğan karanlık gibi doğuyor geceye
Ölümün yaşama doğduğu kadar kaçınılmaz şekilde
Sinemi bir tabuta koyar gibi sakladığım sükunet
Tanrım, beni bu yaşanmaz esaretten azad et!
Azad et ki bir irinle patlasın ruhumdaki zehirler
Toprağa özgürce aksın damarlarımdaki nehirler
Bir kitabın son sayfası gibi değişmez olmalıydı
Kafatasımda akbabalara yem edilen düşler
Görmediler, yaşamak içindi tüm bu düşüşler

Kutsal bir kitabın sayfaları kadar saf ve asil
Yaratılmış bedenimi çürütüyor bu berbat nesil
Bir hapishanede volta atıyoruz her yer esir
Kurtuluşumuz yalnızca payı küçük bir kesir
Tanrım!
Bizler yazdığın düzenin yalnızca bir sayfasıyız
Ufka giden bir donanmanın özgür ruhlu tayfasıyız
Biz kürek mahkumlarını denize bırak Kaptan!
Döktüğümüz terleri paklayalım hiç yoktan

Bir mesai sonrası iş çıkışı gibi yorucu hayat
Kulağımızdaki kulaklıkla otobüsü bekliyoruz
Bizi eve bırakıp yatağımıza yatıracak otobüsü
Hava öylesine karardı ki benim biraz acelem var
Bir şeyleri düzeltecek umudum olsa da vaktim dar
İstifamı versem tazminatımı alamam biliyorum
Tanrım söyle onlara beni işten atsınlar
Her gece yarısı takvimden bir gün daha siliyorum
Tanrım, beni bu yaşanmaz esaretten azad et!
Azat et ki sussun bu içimdeki isyankar sükunet

Perşembe, Haziran 01, 2017

Sıkıştım

Ne aptalmışım!
Güneş batıyor deyi ağlanır mı?
Vallahi bıktım bu bahardan da!
Bir akşam da huzurlu uyunur mu?
Ne olmuş, öldüm de gittim,
Öldüm sandım da gittim,
Bir uzun sandıkla gittim
Ne olmuş?
Gözde fer, pınarında yaş kalmamış,
Ağlamışım, topraklar da ağlamış!
Milletin ağzı torbaymış büzmüşüm,
Susmuşum, susmuşum kendim üzmüşüm.
Gönül gözüm görmüş de ben körmüşüm,
Yeter canım çıktı ya kafesinden,
Güzel günleri bekler, hevesinden.
Ne doktorlar ne mühendisler görmüş,
Fakat istenmemişim.
Koşmuşum dağda bayırda
Pislenmemişim.
Doktor beni ne etsin işsiz, bahtsız bir adam.
Dağ, bayır gel desin başında duram.
En son atacağım kendimi yardan
Yar mıdır, yol mudur sen söyle
Nerden?

Perşembe, Mayıs 25, 2017

Cuma, Mayıs 12, 2017

Alt Tarafı

Kocaman elleri vardı yağmurların
Bulutlar büsbütün karanlıktı
Ve yalancıydı gökyüzü...
Hiç olmadığı kadar.
Tanrı ya kızmış
ya üzülmüş olmalı ki
Ağlıyordu
Samanyolundan yürüyüp çıkacaktı
Oysa hiç böyle hayal etmemişti sanırsam
Ne bileyim
Belki de gördükleri canını yaktı

En Çok

Şüphe insanı zorlar. Çatık kaşlarla samanlıkta belki olmayan bir iğneyi aratır. Şüpheci olmak zordur. İğrenç zamanlamaların en edepsiz misafiridir şüphe. Bilir ki her zaman, başınızın üstünde yeri vardır. Gizli kapaklıdır biraz, biraz bellidir. Ama asla kesin değildir. Biraz yalandır, biraz güvendir, biraz da aklın dahili belleğidir şüphe. En basitinden biraz korkudur. Biraz acıdır. Aklı kemirir de akılsız bırakır. Anlıktır, anidir ve adidir şüphe. Zordur. 

Korkaklıktır şüphecilik. Bazen kalamamak bazen gidememek bazen de olduğu yerde durmaktır. Biraz boşvermişlik biraz analitistlik ister şüphecilik. Kalpte bir sancı bırakır, akılda bir fare. Dalgınlık yapar, baş dönmesi, mide bulantısı, ciğerde sıkışma yapar. İlacı yoktur. Olsa da kel, kendi başına sürer, kimseye söylemez. 


Psikolojik bir şey değildir ayrıca. Öyle bilimsel bilimsel terimlerle, bir saat dert anlatıp 400 lira vermekle geçmez. Baştan anlaşalım. Şüphe yaşanmışlıktır. 


Şüpheci olmak: görmüş, geçirmiş, geçirilmiş olmak demektir. 

Perşembe, Mayıs 04, 2017

Rezillik

Saçlarına düşen her yağmur, 
Senden olmak zorunda değil. 
Belki de ağlıyorum, 
Nerden bileceksin? 

Bir kar tanesiyim, 
Gözlerinin önünden süzülerek düşüyorum, 
Belki üstüme basıp geçeceksin, 
Nerden bileceksin? 

Gördün mü? 
Her şey olabiliyorum sana, 
Her şeyi'n olamıyorum. 
Ne acı?! 

Perşembe, Nisan 20, 2017

Ve Bir Gün

Ben ne dersem deyim, 
Gülünç bulacaksınız. 
Doğdum, güldünüz, 
Öleceğim, ağlayacaksınız.. 

Bir ömür yaşadım işte, 
Bana sorarsanız, yetmedi. 
Bu, belki bir ölüm-kalım meselesiydi
Kalmak...
Hiç içimden gelmedi. 

Kan doluydu ağzınız, elleriniz, yüzünüz, 
Ne bileyim?! 
Ölmek daha güzel geldi. 
Sizinle kalmaktansa! 

Pazar, Nisan 16, 2017

Hasret

Nerden gelip girdiyse aklıma bu felaket, 
Aylar geçmiş, 'Mecnun' olmuşum. 
Bir hüzün kalmış rüyalarımda, 
Korkmuşum.

Bu korku, geçer gider bir şey değil
Biliyorum. 
Ve Tanrı'dan 
Belki olmayacak şeyler diliyorum. 

Aklım kalıyor
"Belki bir gün..."lerde.
"Ya olmazsa?" diyorum, 
Aklım gidiyor!

Fark etmiyorum. 
Fark etmiyorlar. 
Evet, bu bir sorun. 
'Belki'lerle yaşanmaz evet! 
Karşı koymak da istemiyorum.. 
"Nedir durumun vahameti?"
Bir de bana sorun! 


17'mde kalmışım.. 
Kaderimin en 'haki'sinde. 
Gırtlağıma kadar acı... 
Tepeme kadar hüzün... 

Gökyüzüyle artık alakam yok.
Evet, zor. 
Parmak uçlarımda yangınlar, 
Göğsümde ölmüş kuşlarım...

Zihnim alacakaranlıkta, 
Ta ciğerlerimde uyanan çaresiz haykırış, 
Uyku, en güzeli uyku, haklıyım! 
Ve belki sonrasında
Sonsuzluğa uyanış... 

Çarşamba, Nisan 05, 2017

Söyle!

Bir şey bekliyorum: Bir işaret, bir ışık...
Dakikam allak bullak, haftalarım karma karışık,
Bir şey bekliyorum: Sarılacak bir şey;
Belki sarmaşık. 

Adil mi bir adinin ağzından çıkan iki kuru söz? 
İnsan... Bu mahlukta yok mudur bir baş, iki göz? 
Kalpte kin, akılda nefret, bakışta köz..
Sen adi! Ölüm ani, geri dönmez seni terkeden öz! 

İstediğin kadar ağla, bağır, çağır, hırla ve kus! 
Kalpler sönmüş, diller susmuş, bakışlar pus! 
"Her kim" demiş Tanrı, "Bir öldürmüşse insanlık ölmüş gibidir." 
Ölmek... Bu ölmek yalnız bizlere mi mahsus? 

Perşembe, Mart 30, 2017

2016

İğrenç bir gün.
Sanırım bu saatlerin ardından bir yağmur var
Fonda en güncel haliyle bulutlar...
Toprak bunalmış.
İğrenç bir gün...

Sınanan bir kaç insanla aynı yerdeyim.
Habersizce adi savruluşların içine düşmüşler,
İşin vahimi, habersizler.
Dünya bunalmış.
İğrenç bir gün.

Ne eksik, ne fazla.
Ama tam da değil.
Havada ari bir kötülük var.
Adi bir gün...
İğrenç bir gün.

Bir şeyler ters gidiyor.
Ya da bu huzura alışkın değilim.
Huzur konusunda da şüphelerim var.
Vay arkadaş!
Garip bir gün.

Perşembe, Mart 02, 2017

Düşün ki; karanlık ve sisli bir geceyim,
Fısıldaşıyorum ayla yahut güneşle.
Dudaklarında değil, ellerinde, belki kollarında
Bir heceyim...
Anladın mı?

Gelmişim, geçmişim...
Bir önemi var mı?
Gelmişin, geçmişin...
Sana kadar ben, bana kadar senim,
Sona kadar baş, başa kadar da sonum,
O, bu, şu'yum belki ama benim,
Belki Hint'te, belki Sint'te, bir yerim,
Bir konum...
Anladın mı?

Çarşamba, Mart 01, 2017

Hayır(!), nedir yani?

Hayır'lı günler.
İki gün önce bir yazıyla karşılaştım.
Bir gazetenin en arka sayfası ayrılmış bu yazıya.
Güzel yazılmış. Yazmayı bilen biri yazmış.
Yakınlardan bir şeyler.
Nereden mi?
Kulağımızın arkasından.
Görelim...

Ebulfez ELÇİBEY.
Evet evet, kimdi o? Bir Azəri ELÇİBƏY. Kendisini "Mən Atatürk'ün esgəriyəm!" diye tabir eden bir adam. Oysa 1938 doğumlu. Evet bir Azəri Türkü. "Turan yolu birleşik Azərbaycan'dan geçer." der ve Nahçivan topraklarının birleştirilmes fikrini savunur. Bu yüzden 1975'te 'milliyetçilik suçu(!)ndan 1.5 yıl hapis yatar. Kür Şad' ın çektiği sıkıntıların diplomatiğini çeker Elçibəy. Cefasız sefa olmaz ya hani. Çeker...

Sene 1992...
Elçibəy sefa kısmına geçer. Çünkü Azerbaycan sefa kısmına geçer. Yoksa Elçibəy hala cefada. Bir süre geçer. Rahatsızdır büyük birader büyüyen, gelişen bir Türk devletinden. Ordu kıpırdanmaya, tabiri caizse bir keşkül titretmesi vermeye başlar. Elçibəy sıkıntıdadır. Komutanının ülkesine danışır. Türkiye'ye. Komutan ölmüş. Hatırası kalmıştır. Kalmıştır dediysem de. Sadece kalmıştır. O kadar. Süleyman Demirel vardır koltukta.
"Ne yapayım?" der Elçibəy. Yapacak bir şey yoktur. Çünkü büyük birader Süleyman'ın da tepesindedir. Tek çare vardır: Büyük Birader'in oğlu Haydar. Evet Haydar Aliyev. Elçibəy istenileni yapar, Aliyev'i başbakanlığa getirir. Bu da bir işe yaramaz ya! Aliyev indirir Elçibəy'i. 15 ay sürmüştür Elçibəy'in sefası. Sonra ne mi olur?
Bir "başkanlık"tır geçer Azərbaycan Meclisi'nden. Haydar oğlu İlham'ı, önce milletvekili, sonra bakan, en son başbakan yapar. Sonra da ışığa doğru yol alır.
İlham... İlham Aliyev... Babasından sonra ikinci başkanı olur Azərbaycan'ın. Sonra ne mi oldu?
Geçen hafta karısını Başkan 1. Danışmanı olarak atadı. E darısı düşman başına...
Yalan mı?

Pazartesi, Şubat 27, 2017

Çırpınış

Boşluk..
Bomboşluk yazıyorum.

Ey ahali!
Kaldırın gözlerinizi
Kaldırın!
Havada tuttuğunuz ellerinizi
Daldırın
Belinizdeki kan dolu tepsiye.
Tutun
Ellerinden çocuklarınızın.

Haliniz malum
Malum olan vahim.

Ey ahali!
Sözlerim bir nasihat değil
Haykırış!

Duyun..

Bu gidişle
Muhtacı olacaksınız
Bir damla suyun..

Çarşamba, Ocak 11, 2017

Harap


Sahra'da büsbütün hülyaya dalmışız
Bizi deryalardan uyandırıyorlar serap
Asma köprülerden sinelere düşüyoruz
Kutuplarda pek fazla yokuz üşüyoruz
Kaşımız yarılıyor içimiz dışımız harap
Bizi buzullarda uyandırıyorlar serap

İrrasyonel düşlerimizde en negatif biziz
Bizi mutlak değerlere alıyorlar serap
İstesek de sıfırda buluşmayacak ellerimiz
Biz seninle bu sayı doğrusunun güruhuyuz
Biz seninle Afrika'da yoksulluğun ruhuyuz
Ayakkabımızın bağcığı kesiliyor düşüyoruz
Afrika'da hiç olmadığımız kadar yokuz
                                                        üşüyoruz

Cuma saati varlığımıza kepenk kapatıyorlar
Bizi ıssız sokaklara esir ediyorlar serap
Bizi üç bölü dörde dümdüz kesir ediyorlar
Pasta dilimi gibi paylaşılıyoruz göz kararı
Cesedimizde hak iddia ediyorlar söz kararı
Ezan okunuyor minareden düşüyoruz
Toprak soğuk gururumuzla üşüyoruz
Kaşımız yarılıyor içimiz dışımız harap
Bizi musallada uyandırıyorlar serap


Cumartesi, Ocak 07, 2017

İnce İnce

gün sessizce evrilirken geceye
karlar yağar penceremin eşiğine
bakışı donuk bir kedi
sığınır can havliyle yüreğime
kanatları titrek
simsiyah bir güvercin
gülümser birdenbire gözlerime

dağlar korkmuştur bu soğuktan
çekiliverdiler yuvalarına
ağaçlar bir derviş misâli
sığındılar mağaralarına
karıncalar intikamını alırcasına yazın
tadını çıkarırlar bu kışın

ve birdenbire
bombalar yağdırır insanlar
insanların üzerine
kundaktaki bebek can vermiştir
altı yaşındaki ablasının kollarında 
kıyıya vurmuştur
cansız bedeni bir günahsızın
anneler göğüslerini
yırtarcasına ağlamaktadır
babalar kıyametin bir an önce
kopmasını istercesine
bakar yavrusunun gün görmemiş
cansız bedenine

ve  yine  birdenbire
gökyüzü hıçkırıklarını tutamayarak
yağdırır beyaz kefeni üzerimize
ince ince

Salı, Ocak 03, 2017

Talan


Gaybden kaçan bir şarkı odama daldı demin,
Kapıyı açık bırakmasam yanmayacak içim serin serin,
Bir kuş anatomisini örnek alacaksam,
Buz gibi bir kederi de alabilmeli ciğerlerim.
Gaybden gelen gaybe, kalpten gelen kalbe ise
Gözlerim önünde kanatlanıp uçabilmeli gözlerin
Ve mevcut düzeni sorgulayabilmeli
Hiçbir gülümsemeye sığmayan
Derinliklerde özgürlüğünü
Bulmuş sözlerin

Küçücük bir kafesimiz var diye mahcubuz kiracıya
Böyle de koşulmaz ki göz göre göre bir acıya
Dinlenelim desek sipariş vermek gerek şimdi çaycıya
Şimdi sen de bir çelme taksan zayıf bileklerime
Beraber hesap vermek durumundayız savcı amcaya
Kapımı çalmadan girsen ayazlı bir gece evime
Beraber davalı oluruz seninle aynı davacıya
Böyle de inanılmaz ki göz göre göre bir acıya

İyisi mi sen ne kapımı çal ne bir gece gir evime
Ben şu rüşvetli dünyada güvenemiyorum yırtık cebime
Yok ki gücüm bir adım gelsem depremler patlayacak
Metabolizmam koşmak için izin vermez ki bedenime
Yok ki gücüm, bir adım gelsem,
Dünya yalan olacak,
Şarkımız,
Talan...

Copyright © Sentezler

Site Sahibi: Melih Elçevik |