Hoş geldin. Sentezler'in yeni halini beğendin mi? İstediğini kolayca bulabilmen için büyük bir düzenleme yaptık.

Salı, Kasım 29, 2016

Teselli

Kim üzdü bulutları?
Önce titredi soğuktan, şimdi oturmuş
ağlıyor.
Her damlası yaşlarının sanki zihnimi ıslatıyor.
Şimdi oturmuş bir bahçeye
Bulutlarınkine katıyorum gözlerimin yaşını.
Buğulu bakışlarla gökyüzünü süzüyorum sonra,
Bir teselli arıyorum bulutlara.
Gözlerime bir çift kanat takılıyor
Kıskanıyorum, teselli değil bu bana!
Neden bu kadar özgür kuşlar ?
Acıların, insanların arasında kaybettim mutluluğu.
Beni çok uzaklara götürecek
Bir çift kanadım nerede?
Bulutlara giderdim o zaman
Teselli ederdim onları, ağlamazlardı bir daha.
Bahçeleri oturup ağlayan adamlarda,
Teselli olurdu o zaman...

Yol Bulmak, Yol Almak, Yol Olmak İçin...

"Nedir zaman nedir,
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman nedir,
İniş mi, yokuş mu?"
                    Necip Fazıl Kısakürek

      Geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları -yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla, yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim tüm anları- düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor.En iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi. Tüm umudum bundadır, diyor Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.
      İnsan su misali, bulunduğu hayat kabına göre şekil alıyor. Kimi zaman küçük kayıplar için ağlıyor, kimi zaman kendisini yarına taşımayacak günlük kazançları için gülüyor. Kimi zaman yokuşları koşarak tırmanırken kimi zaman düzlüklerde geri kalıyor ademoğlu. Sahip olduğu potansiyelin, değerlerin bir farkına varsa çınarın çekirdekte saklı olduğunu ve günü geldiğinde filizleneceğini, kök salacağını bilecek.
      Bugün hayatımızın geriye kalanının ilk günü... Su gibi akan, kuş gibi uçan, bir göz açıp kapama uzunluğundaki hayatımızda belirlediğimiz hedeflerimiz var ve bu hedeflere ulaşmak için hangi yollardan geçeceğimizi öğrenmemiz gerekiyor. Bunun için ihtiyacımız, örümceğin titizliği, karıncanın azmi, koza kurdunun sabrı; karşılaştığımız güçlüklere rağmen attığımız küçük bir adım, soluduğumuz temiz hava ve dahi yüzümüzde taçlanan bir tebessüm için şükretmektir.
      Bir yazar uzun zaman önce köşesinde bir çocukluk anısından bahsetmişti:
"O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde. Ayakkabı yapan tek ayakkabıcının dükkanına vardığımızda ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi. O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı.
     Günlerce yeni ayakkabımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına göre ayakkabım siyah ve bağcıklı olacaktı. Kapının her çalınışında koştum. Ayakkabım bayramdan bir gün önce geldi. Siyah bağcıklı bir çift gıcır gıcır kundura. O gün onları giymedim. Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim ayakkabımı. Arada bir kalkıp kutusundan çıkarıyor, yere koyuyor; yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım. Uyku girmedi gözüme.
     Sabahleyin ev ahalisi kalktığında ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben. Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı. Ama bunu babama söylemedim. O, "Sıkıyor mu?"dedikçe "Hayır" yanıtını veriyordum. "Dar, ayağımı acıtıyor." desem geri gidecekti ayakkabım ve ayakkabıcının hemen yeni bir ayakkabı yapması imkansızdı.
    O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu, dişimi sıktım, topalladım. Soranlara "Dizimi vurdum." dedim ama ayakkabımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim...
   Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir.
   Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş...
   Kimi zaman bir mekan dar bir ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre, kimi zaman bir sokak ya da bir şehir...
   Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
   Kimi zaman, zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.
   Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık...
   Canınız yanar, topallaya topallaya gidersiniz. Sonradan öğrendim hayatın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu..."
   Dar ayakkabılarla yürüme sanatı da olsa hayat, bizim için keşfedilmeyi bekleyen bir hazine. Tabii bitmez tükenmez bir hazine değil. Hakiki hazineye ulaştıracak bir anahtar. Platon'un "İdealar Evreni" diye ifade ettiği, hakiki hazinenin bir yansıması. Maksadımız hem şahsımız hem de temsil ettiğimiz değerler adına kabuğumuzu kırıp göğe uzanan dallarıyla, ferahlatan serinliğiyle ulu bir çınar olmak. Temennimiz, suya yazı yazmak değil, gönüllere akan bir pınar olmak; yol bulmak, yol almak, yol olmak...
   
 
     

Pazartesi, Kasım 28, 2016

Bir Meş'ale Misâli

Harammış bana ezelden
Umut denilen miras
Hele geceler de pek karanlıkmış dünden
Belli ki nasibine hiçlik düşmüş
Kapkaranlık geceden.

Sorarım sana
Nedir gecenin bizim lehçede mânası
Karanlığın ortasında kalakalmış
Soluk soluğa umudu arayan bülbül
Sunarken yüreklerimize bir katre gül
Durmadan sevişirken göğümüzde
Hüzün boşaltan bulutlar
Canlanırken gönlümüzde
Güzel günlerin hayali
Umudu yitirmek, emin ol ki
Bedbahtların hâli.
Ve dahi
Korkunç dediğin o gündüz
Can bulur göğümüzde
Bir meş'ale misâli.

Bana Bir Miras Umut Kalmıştı Senden

Şu sıralar gözlerimiz kutup yıldızında kesişmiyor
Ne oldu bilmem yağmurlar hiç böyle durmamıştı
Gökyüzü bu kadar korkunç mavi değildi bu günece

Hiç bu kadar sessiz değildi şarap kadehleri
Umudun şerefine kaldırdığımız başlarımız hiç
Bu kadar karanlık düşmemişti yeryüzüne

Aklımız gündüzü hiç bu kadar korkunç kurmamıştı
Sormamıştı hesabını anılara yüzündeki çiziklerin
Yaraya bastığımız tuzun tarihi mi geçikti bilmem
Böylesine çetin erimemişti dudaklarında dediklerin

Temmuz gibi geçici bir trende esiriz diyelim
Hiç bu kadar istasyona gerek var mıydı bilmem
Bunca mektubu yakmak da mesafelerin cilvesidir zaten
Aslen gecelerin adamıyımdır ama gece karanlık dünden

Bana bir miras umut kalmıştı senden,
O da belli ki harammış bana ezelden.

Cumartesi, Kasım 26, 2016

Delikanlı

Ülkemizde ve bilhassa dünyada gençliğin adı isyanla, anarşiyle ve bozulmayla anılır oldu. Genç nüfus, bir ülkenin idamesiyken gençliği bu şekilde ele almamız gerçekten gelecek için korkutucudur.
Biraz düşünürsek eğer gençliğin neden bu hale geldiği konusunda bir fikir sahibi olabiliriz. Alain der ki " İnsan yapacak veya yıkacak bir şeyle meşgul olmazsa sıkıntıdan patlar." Bu ifadenin en kısa yorumunu,zaten, bizim atalarımız yapmıştır. "Delikanlı" demişlerdir insanlığın bu en hareketli ve güçlü çağına.
21. asırda gençler birşeyler yapacak potansiyelde yetiştirilmediği için yıkmaya yönelmiş ve ortaya arsız bir nesil çıkmıştır. Gençlik çağının en gizemli yönlerini keşfedip, kendi benliğini bulacağı yerde kendini kaybetmiş ve bütün duygu ve düşüncesini rüzgara emanet etmiştir.
Ülkemizi düşünecek olursak, nüfusumuzun yüzde kırkını on beş yaş altı çocuklar teşkil etmektedir. Ayrıca 15-25 yaş arası genç nüfusta çoğunluktadır. Bu da muazzam bir beyin gücünün göstergesidir. Bunu ülkemiz en iyi şekilde kullanmalıdır.
Gençlik, enerjinin zirvede olduğu ve hareketliliğin doruğa çıktığı bir dönemdir. Bu enerjiyi çalışmaya, zekaya ve muhayyilenin gelişimine harcarsak eğer ve bu özellikleri de kahramanlıkla taçlandırır isek, kâinata dahi meydan okuyabiliriz.
Gençliğin, aynı zamanda bir de kahramanlık ruhunu beslediğini unutmayalım. Lâkin, kahramanlık bir yere kadar gider ve yerini kültür seviyesine bırakır. Ziya Gökalp, ecdâdımızın kültür bakımından idare ettiği milletlere yenildiğini şu mısralarla dile getirir ve bize bir dizi ders verir:
"Çok yerleri biz fethedebilmişiz;
 Her birinde mânen fethedilmişiz.
 Bir kişver almışız tabiiyete
 Uymuşuz ondaki medeniyete
 Bazen Hintli,bazen de Çinli olmuşuz
 Arap, Acem, Frenk dinli olmuşuz.
 Ne bir Türk hukuku, Türk felsefesi,
 Ne Türkçe inleyen bir şair sesi."
Bizim milletimizde ve bilhassa da gençliğimizde mükemmel bir ruh dünyası vardır. Avrupa ve Amerika ne kadar ilim ve teknikte büyürse büyüsün, içinde ki ruhu kaybetmiştir ve zayıflayıp dağılacağı aşikârdır. Eğer bizler de böyle bir ruh eksikliğine, iğrenç bir gamsızlığa düşersek aynı akıbete uğrayacağımız gün gibi ortadadır.
Tüm bu yazılanların ışığında denilebilir ki gençlerimiz, çağdaş ilim ve teknik peşinde koşarsa, muhayyilenin sonsuz ışığında bir meşale yakmak için beynini zonklatırcasına çalışırsa, içindeki ruhu bedeni kadar beslerse, kendini ülkesine adayacak kadar diğergam ve cesur görürse, güzel yıllar bizi bekliyor demektir.
Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet
Nasıl hasîr kalır "tevfiki hak ettim" diyen millet?

Perşembe, Kasım 24, 2016

Einstein Haklı mı Dersiniz?

"Ön yargıyı parçalamak, atomu parçalamaktan zordur."
O gün derse geç kalmıştı. İlk ders matematikti. Öğretmeni ve arkadaşlarını rahatsız etmemek için kantinde oturmuş, dersin bitmesini beklemişti. Bir sonraki ders için sınıfa girdiğinde, tahtada sonunda soru işareti bulunan iki işlem gördü. Kalemini, defterini çıkarıp hemen not etti kimsecikler tahtayı silmeden.
Diğer dersler bitmiş, eve dönmüştü. Defterinde çözülecek iki tane soru vardı.Defterini açtı ama sorular oldukça zor görünüyordu. Sınıfta durumu da fena sayılmazdı hani. Uğraştı durdu soruları çözmek için. Öğretmen bazen böyle ev ödevi verir ve yapılıp yapılmadığını da kontrol etmezdi.Ancak yapanlar mutlaka bunun karşılığını en azından bir iltifatla alırlardı.Bazen nota da etki ederdi tabii bu durum.
Ertesi gün uzun uğraşlardan sonra çözdüğü soruları koydu hocasının masasının üstüne. Biraz da zor olmuştu açıkçası. Öğretmenin yüzünde değişiklikler oluyordu işlemi kontrol ederken. "Nasıl buldun bu sonucu?" dedi öğretmen heyecanla. "Bu soru yüz elli yıldır çözülemiyordu. Ben dün tahtaya matematiğin problemlerini anlatırken yazmıştım bu soruları. Kendim çözmeyi denemediğim gibi kimsenin de denemeyeceğini düşünüyordum. Enteresan."dedi.
Şaşırarak cevap verdi öğretmenine: "Dün derse geç kalmıştım. Tahtada soruyu görünce diğer ödevler gibi zannettim ve biraz da zorlanarak akşam evde yaptım."
Öğretmen sınıfa döndü:
"İşte arkadaşlar, yüz elli yıllık soru dediğimiz aslında yüz elli yıllık ön yargı imiş. Ah biz de ön yargılarımızdan kurtulabilsek, 2000 yıllık soru ve sorunları da çözeriz herhalde...."
Farklı düşünüş şekillerine göre çevremizde gelişen olaylara, ortaya konmuş her şeye karşı ön yargı duvarlarını örmek, zamanla yıkılması güç karamsarlık, umutsuzluk setleri haline gelecektir. Ardından kin ve nefret tohumları her tarafa dağılıp belki telafisi olmayacak derin yaralar açacaktır yüreklerde. Düşüncenin yedi iklimini soğuk bir kışa hapsetmek, gökkuşağının yedi rengini siyaha teslim etmek hem kendimize hem de bizim dışımızdaki her varlığa bir haksızlık sayılmaz mı?
Güneş her yeri aydınlatıyor. Her varlık ondan aldığı ışığı kendince yansıtıyor. Ondan uzak kalmış hangi canlı yaşamını devam ettirebilmiş? Güneşe doğru yürümek yerine niçin gölgelere, karanlıklara sığınıyoruz ki?.. Bir günebakan misali yüzümüz güneşe çevrilmiş olsun ki, yaşama gayemizi de yerine getirmiş olalım. İlk adımı atan biz olalım! Ne kaybederiz? Attığımız adıma koşarak gelenler olacaktır. Kalp kapımızı açalım ki tüm kapılar da bize ardına kadar açılsın.
19. yüzyılın ünlü ressamlarından William Holman Hunt'ın bir bahçeyi tasvir ettiği tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu.
Hunt'ın "Kainatın Işığı" adını verdiği bu tabloda, geceleyin elinde fenerle bahçede duran filozofa benzeyen bir adam görünüyordu. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt'a dönerek: "Güzel bir tablo doğrusu ama manasını bir türlü kavrayamadım." dedi ve devam etti: "Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da..."
Hunt gülümsedi: "Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki..."dedi.
"Bu kapı, insan kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında tokmağa ihtiyaç yoktur!"
Bizim de gönül kapılarımızın tokmağı olmasın hatta kapılarımız hep açık kalsın, Güzel Anadolu'muzun bir köyüne yolunuz düşerse muhakkak göreceksiniz, kapılara kilit vurulmaz; kapılar ardına kadar açıktır ve dahi gönül kapıları...

Çarşamba, Kasım 23, 2016

Ey Gökyüzü

Ey gökyüzü
Yükün sırtına ağır gelir mi?
Hele de bana
Şimşekler yüreğini delip geçer mi?
Senin aşiyanın arzdır, bilirim
Hicranında pek âladır
Yukarıdan bakarsın bizlere, bilirim
Bilirim, hüznün arş-ı âlayı titretir
İnsan denilen varlık seni
Kemirdikçe kemirir.
O insan ki yumdu yüreğini, Hakk'ı unuttu
Hakikati toprağın altına gömdü.
Esaretler, tagallüpler, eziyetler insanı yuttu
Kesik gözleriyle âlem
Hakikatin ölümüne büründü
Duygular, düşünceler bütün enkaz-ı beşer
Şimdilik bizlere sevinç olsa da keder
Sevinçten ziyade insanı perişan eder.
İhtiraslar, iftiralar bir okyanus misâli
Hakikat denilen varlığın
Izdıraptır her hâli
Bilirim ey gökyüzü
Anlarım da seni
Gördüklerin hiç hoşnut etmedi yüreğini
Peki, hele de bana
İnsan hakikati hoşnut edebildi mi ?


SİRETİ AŞK’TI SURETİ LEYLA OLDU

“Asıl marifet buluttaydı ama herkes yağmura şiir yazdı.” diyordu Zarifoğlu. Leyla’nın aşkı büyüktü Mecnun’dan. O hep yağmur yüklü bir bulut oldu. Aşk, onun gizli bahçesinde hep bir gonca gül olarak kaldı. Kays kolay olanı seçti. İzhar etti aşkını. Gönlündeki ateşin hararetiyle nâra döndü de içindeki aşk ateşini âh edip dua dua gönderdi arşa: “Ya Rab bela-yı aşk ile kıl âşina beni/Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni” Yediveren gül oldu da Mecnun rayihası yedi iklime yayıldı. Bir âyine oldu da göze görünen hep o oldu. Ya aynanın ardındaki sır olmasaydı olur muydu ayna, olur muydu Kays Mecnun? Sır, Leyla’ydı...Aynayı ayna yapan, Kays’ı Mecnun yapan... Ama Mecnun’un ardındaki sır oldu, Leyla. Mecnun’un Leyla’ya olan aşkı dillere pelesenk oldu. Peki Leyla’nın aşkı? Leyl oldu, gökyüzünde mahzun ve masum bir yıldız oldu. Gecenin karanlığında parlayan ayın, efsunlu hâlelerinin yanında yüzü aya dönük bir sitare oldu. Takdir-i ezele teslim, gayrete âşık; aşkın hakiki şehidi oldu Leyla. Şâhidi güllerin sultanıdır, âlemlere rahmet olarak gönderilen muhabbetten hâsıl olan Server-i Evliyâ’dır: "Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehiddir.” Sireti aşktı, sureti Leylâ oldu.
Her leylde, içimizde aşkın dem’i Leylâ olur. Şairlerin dilinde tüllenir Leylâ:”Leyla elâ gözlü bir çöl âhusu, saçları bahtından da siyahtır.”

Pazartesi, Kasım 21, 2016

Sigara dumanından bulutlar örülüyor üstüne başımın
On yedilik mazim sağanak yağıyor göz kapaklarıma
U'mutsuzluğu ilke edindim ortasında on yedi yaşımın
Ufak ufak beyazlar serpiştiriyor Tanrı şakaklarıma

Gelen giden birer çizik bırakıyor tepesine kaşımın
Surlar örsem gelmesinler diye çıkmaz sokaklarıma
Hesabı olmayacak yalnızlığıma döktüğüm göz yaşımın
Uzaklara giden yollardan geçip sapmalıyım yahut sapaklarıma

Birkaç anı daha attık uçurumlarından kasımın
Birkaç dolmuş daha boş geldi duraklarıma
"Anlayamadılar" dizesindeki çığlık oldum Nazım'ın
Anlayamadılar çektim kendimi umuttan ıraklarıma.

Salı, Kasım 15, 2016

Pazar, Kasım 13, 2016

Cuma, Kasım 11, 2016

Uyan

Kalkın! Yaraşmaz oturmak boylu boyunca size,
Kalkın! Sahip çıkın bayrak düşmeden dize,
Kalkın! Kalkın da Türk'ün hasreti dinsin,
Kalkın! Bağırın “Ben Türk'üm! Sen kimsin”

Kalkın! Zira elinizde felahı vatanın,
Kalkın! Kalk çünkü içinde ruhu atanın.

Kalkın! Başlayın yeniden Tanrı Dağı'ndan
Kalkın! Destan yazın, Anadolumda!

Kalkın! Bağırın bir ağızdan “Ben bir Türk'üm!”
Kalkın! Bağırın tekrar “Çakallar, ürkün!”

Kalkın! Adınız destanlara mıh gibi çakılı,
Kalkın! Bastığınız toprak “Türk'ün Yurdu” sayılır!

Kalkın! Şehadeti borç bilen erler, kalkın,
Kalkın! Cenazesi kumla dönenler, kalkın!

Kalkın! Memleket size muhtaç, kalkın!
Kalkın! Bu vatan Türklüğe aç, kalkın!

Pazartesi, Kasım 07, 2016

İz

Hakikat kalesinden ayrılan
Vefâsız yüreklerde dolu bu gece
Her yer ızdırap, her yer hicrân
Gönlümden haykıran her hece
Hakikate hasret, hakikate özlem
Hüznün dağlarında biriken
Geceye kasvet bürüyen
Yalnız, vefâsız, garip elem
Hakk'a râm olan yüreklerin
Bende bıraktığı iz
Aşk ile kalem
Bu gece onlar bile sessiz.

Perşembe, Kasım 03, 2016

Edeb~iyat

İnsan, edeb ve edebiyatı ile farkını ortaya koyabilendir.
Edeb, insanı insan eden, belki de sultan eden ve sahip olabileceğimiz en büyük erdemdir. Edeb ki dervişlerin sığınağı, aşıkların yüreğinde filizlenen gül, erenlerin sevgiyle suladığı sümbül... Edeb ki aşk deryasının anahtarı, vatan toprağının dağ gibi adamları, insanların kaybettiği en büyük hazinedir.
Yusuf'tur edeb, Züleyha'nın gözyaşlarında saklı. Leyla'nın hicran dolu yüreğinde çiçeklenen, Mecnûn'un yaralı gönlünde can bulan en vefalı dosttur, edeb.
Edeptir koskoca dağları, cılız tepelere boyun eğdiren. Edeptir ney sesine gönülleri titreten. O edeb, öyle bir şeydir ki, siyahı beyaza, dostu düşmana, arzı semâya, kadını erkeğe, gülü dikene müsâvi gören.
Edebiyat, sözü öze indirebilme sanatıdır. Kalbin deniz, dilin kıyı olduğu bir gecede en güzel sözlerle arz ve semâyı ve yürekleri aydınlatan efsûnlu bir meş'aledir.
Nazım Hikmet'in Tahir ile Zühre'sinde, Mehmet Akif'in Çanakkale'sinde, Cahit Sıtkı'nın Ölüm'ünde, Necip Fazıl'ın Çile'sine, Adil Erdem'in Diriliş'inde saklıdır, edebiyat.
Sözün büyüsüyle büyülenmek, ruha açılan perdeleri aralamak ve sevgiyi her hâliyle müşahede etme ve kendini tanımanın en sağlam yoludur, edebiyat.
Anadolu'nun en ücra köşesinde, rüzgarların suratını yalayıp geçtiği yüce dağların en tepesinde, hüznün yalnızlığa inkılab ettiği kopkoyu toprağın yüzeyinde, her şeye rağmen cıvıldaşarak uçan bir kırlangıç olmaktır, edebiyat.
Edeb ve edebiyat... Barışın, huzurun ve sevginin dünyaya hakim olmasını istiyorsak eğer, aldığımız her nefeste solumamız gereken iki güzel koku.

Çarşamba, Kasım 02, 2016

Hâl Bu İken

Biz Şark'ın vefasız evlatları
Karanlığın ortasında kalmışız
Tanımadan Fatih'i, Yıldırım'ı
Soluk bir meş'aleyle etrafı
Aydınlık sanmışız
Bilmeden ecdadımızın adını,şânını
Simsiyah bir yalanın
Gölgesine sığınmışız
Duygular meflûc olmuş
İradeler kesilmiş lâl
Hâl bu iken
Gökte nasıl dursun hilâl ?
Vatan lafzı olmuş tüm dudaklara çengel
Kalplerdeki ruhsuzluk ise en büyük engel
Çıkmışken namımız rehâvete
Yüzümüze tükürmez mi ecdâdımız
Ahirette.

Salı, Kasım 01, 2016

Türk Milletine Duyuru

Ey şanlı tarihinin varisi, şanlı bayrağının müdafisi Türk genci!
Sen ki yüzyıllardır bu topraklarda hayat sürmüş bir milletin torunusun. Unutmaman gereken ilk şey; damarlarında çağlayan kanın ceddinin sana bir mirası olduğudur. Ulu Önderin dediği gibi "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Vakit, bol çalışma ve birlik olmayı gerektiren bir vakittir. Türk genci olarak bir olmazsak, iri olmazsak, diri olmazsak karanlığa gömülüp gideceğimiz bir devirde yaşadığımızı öncelikle söylemek gerekir. Vakit, al sancağı müdafaa vaktidir. Hep birlikte en azından vatana sahip çıkmak için el ele verirsek, hiçbir şey olmasa dahi evlatlarımıza iyi bir miras bırakmış oluruz. Ancak vatan müdafaasını bir kenara atarak rahatımızı düşünmeye başladığımız andan itibaren bizler egemenliğimizi bizzat istikbalimizin kuyusunu kazanlara satmış oluruz.
Türk milleti olarak çalışmak, boynumuzun borcudur. Belirtmek gerekir ki eğitim sistemi ruhuna çalışmayı işlememiş kimse için yeterli olmayacak, yalnız kendini eğitenler eğitilmiş olacaklardır.
Türk genci kendini eğitmek için okumalı ve okuduklarını paylaşmak için yazmalı, dilini bilmeli, onu kullanabilmelidir. Bunun için ilk ve orta öğretimlerde aylık en az iki kitap okumanın her Türk gencine aşılanması ve bunun sonucu olarak okuma alışkanlığının kazandırılması gereklidir.
Her okulda akademik bir kol olmalı ve bu akademik kolları denetleyen öğretmenler ve öğrencilerden oluşan heyetler olmalıdır.
Unutmayalım ki; Türk milleti çalışkandır. Yozlaşmamak için Türk gençlerinin bilime, kültüre ve sanata ilgilerini artırmak, uyanışın en temel parçası olmalıdır.
Şüphesiz kendini savaşın içinde bulan milletler, uyanışı benimseyememiş milletlerdir. Uyuyan her millet mermilere siper olmuş, savaşa esir düşmüştür.
Söylediklerime ek olarak diyeceğim şudur;
"Varlığım ve söylediklerim başta Türk gencine, sonra tüm Türk milletine armağan olsun."


-SENTEZLER

Mânanın Yitik Matarası

Bu kadar yitik miydi hakikat?
Bu kadar yetim miydi?
Duygular, düşünceler
Bu kadar sağır mıydı?
Sağır mıydı bir zamanlar
Hakikate susamış kulaklar?
Kalp bir deniz, dil bir kıyı
Aldı namertler ok ile yayı
Nişan aldı kalbin mânasına
Kan doldu birdenbire
Dilin boş matarasına.
Söyle bana ey hakikat
İnsan denilen mahlukât
Haykıracak mı bir gün
Küflenmiş mayasına 
Ve dönüp bakacak mı bir gün
Kan dolmuş  matarasına.

Simsiyah

Gök karardı güneş simsiyah
Bombalar şehrimi aydınlatıyor
İçim simsiyah
Kollarıma şarapneller saplanıyor bir bir
Gücüm yetmez kılıcımı kaldırmaya
Kollarım simsiyah
İnsan selleri akıyor Fırat gibi damarlarımdan
Nefret taşıyor gözlerimin kenarlarına
Nefretim simsiyah
Uykuluyum sessizliğine yalancı gerçekliğin
Karabasanlar rüyalarımı basıyor uyanamam
Rüyalarım simsiyah
Siper etsem bedenimi kör kurşunlara
Vurmazlar beni akciğerlerimden
Bedenim simsiyah
Cihan devrilse zulmün üstüne
Zulüm bitmez gün doğmaz gökyüzüne
Cihan simsiyah
Bir uyansam pir uyansam gündüze
Gündüzü devirsem yeryüzüne
İntikamım yetmez nefsime
Nefsim, simsiyah...

Copyright © Sentezler

Site Sahibi: Melih Elçevik |